2014’ün Özçekimi
2014 yılının bize armağan ettiği yenilikler içinde en çok
tutulanlardan biri kendi kendinin fotoğrafını çekmek anlamına gelen “selfie”
oldu. Türk Dil Kurumu tarafından dilimize “özçekim” olarak kazandırılan bu
akım, ilk günkü ilgisini koruyamasa da, zihinlerimizde hoş bir seda olarak
yerini alacağa benziyor.
Gelin, 2015’in ilk günlerinde, biz de modaya uyalım ve bir
özçekim yapalım. Ancak kendi suretimizi veya dostlarımızla geçirdiğimiz mutlu
bir anı değil, bitirdiğimiz yılın bir özçekimini yapalım. Ne dersiniz?
Deklanşöre basalım mı?
Neredeyiz?
Neredeyiz? Hangi zamanın ve mekânın içindeyiz?
Fırsat olsa, durduğumuz yerden göğe yükselsek. Önce
yerküreyi geride bıraksak. Sonra parçası olduğumuz galaksiyi… Daha sonra
evrenin derinliklerine ışık hızıyla gitmeye devam etsek. Belki o zaman
bulunduğumuz yer konusunda kesin bir fikrimiz olabilirdi. Günün birinde, bunu
yapmak için bir şansımız olur mu? Dilerim olur ve bu merakımızı da gideririz. O
güne kadar yerimiz konusunda bildiğimiz ise milyonlarca yıldızdan birinin
içinde küçük bir nokta olduğumuz.
Zaman olarak da, 2015 yılında olduğumuzu kabul ediyoruz.
Kullandığımız zaman sisteminden farklı bir takvim sistemi kullanan bir
uygarlıkta veya örneğin Afrika’da, ya da Amazon Ormanları’nda, varlığından yeni
haberdar olduğumuz bir kabile olsak, belki bugünü farklı rakamlarla veya
tanımlamalar betimlerdik. Hangi zaman sistemini kullanırsak kullanalım, tek
bildiğimiz nasıl başladığımız ve nasıl sonlanacağını bilemediğimiz iki uç
arasında bir yerlerde olmamız.
Evet, evrenin bütünlüğü içinde konumumuzu, zamanın
(şimdilik) sonsuzluğu içinde yerimizi bilmiyoruz.
Yerimizi tam olarak bilemesekte, sahip olduğumuz bilgiler
çerçevesinde cevaplar buluyoruz. Bu cevaplara ihtiyaç duyuyoruz.
Modern zamanın fertleri olarak biz, 2015 yılındayız.
Zamanın dingin akışı içinde devam eden yolculuğumuz, 21. yüzyılın ilk
çeyreğinde seyrediyor. Bir sene daha ilerlediğimizi algılıyoruz. Birbiri ardına
devam eden bu “bir seneler”, gün gelecek başka yüzyılları hatta başka bin
yılları görecek. Zamanın, bizi ağırlayan
bu noktası, ne bir başarı, ne de bir başarısızlık olarak kabul edilmelidir.
Zaman, deyim yerindeyse otomatik pilotta ilerlerken, kişisel yaşanmışlıklar
yükleyerek bu dinginliği anlamlandırmaya çalışıyoruz.
Yer Küredeki Yerimiz
Zamanın ve mekanın bu bilinmezliği içinde, yer kürede
birbirinden farklı birçok hayvan ve bitki türü ile birlikte yaşıyoruz. Yaşam
alanlarını onlarla paylaşarak başladığımız medeniyet serüvenine, onları kendi
amaçlarımız için kullanarak devam ediyoruz.
İnsan, yerkürenin en güçlü varlığı olarak kabul ediliyor.
Kendi çektiğimiz fotoğrafımızda, bu ayrıntı dikkatimizi çekiyor. Zekâmız
sayesinde bizimle birlikte yaşayan diğer canlı türlerinden çok farklıyız. Bu
üstünlük ve farklılık bizi yer kürenin sahibi mi yapıyor? Yoksa buna rağmen
halen sadece bir parçası mıyız?
Bizimle aynı yer küreyi paylaşan diğer canlıları, daha
güzel görünmek, daha çok beğeni almak, keyif almak amacıyla; örneğin çanta
yapmak için öldüren bizlerin, diğer türlerden daha güçlü olduğunu rahatlıkla
söyleyebiliriz. Ancak bu güç, yine kendi değer yargılarımızla ifade edersek,
bir üstünlük olarak ifade edilebilir mi?
Birçok canlı türü, şu an yerkürede var olma tehlikesi
geçirirken, türümüz inanılmaz ilerlemeler kaydetti. Uçakları, kıtalar arası yolculukları düşünün;
interneti, bir düğme ile binlerce kilometre uzaklıktaki kişilerle anlık
konuşmaları düşünün; cep telefonlarını, yaşamımızın vazgeçilmezlerini düşünün.
Diğer bir ifade ile insanoğlunun maddeyi kullanarak gündelik yaşantımızda yarattığı
sıçramaları, yaşantımıza katılan maddi değeri düşünün.
Bunları düşünürken, bir kahve arası verin ve evinizin veya
ofisinizin içinde biraz dolaşın. Hizmetimize aldığımız makinelere dikkat edin.
Robot dediğimiz ve yaşantımızı kolaylaştırmak için, geliştirdiğimiz makineleri;
çamaşır makinesini, yazıcıyı, bulaşık makinesini, bilgisayarı, elektrik
süpürgesini, kahve makinesini ekmek makinesini, televizyonu ve aklımıza
gelmeyen ya da şu an laboratuarlarda geliştirilen hiç bilmediğimiz makineleri
düşünün. Ne müthiş bir ilerleme değil mi? Her sene, bir önceki seneyi mazide
bırakan nice yenilikler…
Bu gelişmenin bir sınırı olacak mı? Olmayacaksa,
yenilikleri kim, nasıl düşünüyor?
Olacaksa, sınır noktası ne anlama gelecek?
İlerlemenin Boyutu
Yakın bir dönemde, yapay akıl sayesinde,
bilgisayarlarımızın bizimle konuşacağı söyleniyor. Bir hayal edin, çalışma
odasında bilgisayarlarımızın başında otururken, bilgisayarlarımızın bize “Bugün
neden yorgunsun?” ya da “Bugün kafan dağınık, yazdıklarını silip tekrar yazıyorsun.”
demesine hazır mıyız? Gidişat, buna hazırlıklı olmamızı söylüyor. Peki, gerçekten bu gelişmeleri hazmedebiliyor
muyuz?
Akşamları sevdiklerimizi bırakıp, sosyal medya
hesaplarımızdaki komik videolara gülerken, aldığımız keyfi biliyoruz peki
neleri kaybettiğimizin farkında mıyız? Yolda yürürken, araba kullanırken, yemek
yerken elimizden düşürmediğimiz akıllı telefonlarımızı kurcalamaktan, yan
komşumuzu, karşımızda oturan, her gün aynı yemek sırasına girdiğimiz insanları
fark edebiliyor muyuz?
Yenilikler oluyor. Teknoloji gelişiyor. Kim bilir yarın
bizi heyecanlandıracak hangi yeni makineler çıkacak? Ya da hangi kolaylıklar
hayatımıza girecek. Bir uçak yolculuğu kadar kolay uzay yolculukları mı?
Zamanlar arası seyahat mi? Beyin okuma mı? Somut olayları tahmin etmek zor,
gündelik koşuşturma içinde bunu bilemiyoruz. Ancak gidişatın benzer yönde
olacağını tahmin etmek zor değil.
Olağanüstü bir gelişme olmazsa, inovasyon, gelişme,
ilerleme, büyüme, Ar-Ge gibi maddeye hükmetmemizi ve ona karşı zafer kazanmamızı
ifade eden eylemlerimizin hız kesmeden devam edeceğini rahatlıkla ifade
edebiliriz.
Evet, bunlar, özçekimimizde, ekrana yansıyan detaylar. Yani
maddeye karşı parlak bir zafer, diğer canlı türlerine karşı tartışmasız bir
üstünlük...
Öz Gelecek İpuçları Veren Özçekim Detayları
Özçekimimizde, sadece bunlar mı fotoğrafa yansıyor? Gelin,
iki gazete haberi ile bu fotoğraf karesini genişletelim.
Stephen Hawking’in bir demeci basına yansıdı. Ünlü uzay fizikçisine göre, robotlaşmadaki bu
ilerleme, insanoğlunun geleceğini tehlikeye sokacak. Çünkü robotlaşmadaki
gelişme, insanoğlundaki gelişmeden hızlı olduğu için, insanoğlunun kendi eliyle
yarattığı bu makineler, kendi için zararlı olmaya başlayacak. Hawking, bunu
düşünürken, bu tehlikeyi nasıl bir senaryoya oturttu acaba? Sadece bilim kurgu
filmlerinde karşımıza çıkan, dev robotların yaşam alanlarımızı işgal edeceği,
güçlü bir ihtimal mi yoksa? Böyle bir tehlike ortaya çıkarsa, filmlerde bizi
kurtarmaları için yarattığımız Örümcek Adam, Süper Man gibi kahramanlarımız
yanıbaşımızda belirecek mi? Ne dersiniz? kendi ürünümüz olan bu makineler,
atmosferi deldiğimiz, ırmakları kuruttuğumuz, bizimle ortak yaşam alanlarını
paylaşan türleri yok ettiğimiz gibi bizi tehdit mi edecek mi?
Diğer bir habere göre, Hollandalı girişimci Bas Lansdorp
tarafından geliştirilen “Mars One” projesi, en geç 2025'e kadar Mars'ta kalıcı
bir insan kolonisi kurmayı hedefliyor. 2025 yılında, yani sadece 10 sene sonra
Mars’ta bir koloni kurmak için çalışmalara başlanmış, uzaya gönderilecek
insanlar ilk elemeden geçirilmiş. Düşünün, plan sorunsuz ilerlerse, şu an
aramızda yaşayan birileri, bizden çok uzaklara, bir daha gelmemek üzere Mars’a
gidecek.
Uzayda koloni kurma, bir macera mı yoksa bir mecburiyet mi?
Seçilenler, bir gün vedalaşarak, uzun bir süredir “yaşam var mı?” dediğimiz
başka bir gezegene gitmek için uzay aracına binecek. Şansları yaver giderse
Mars’a yerleşecekler.
Birkaç asır önce, okyanuslar aşmak için bilinemez
yolculuklara çıkanların torunları, türüne nice üstünlükler sağlayan sahayı terk
edecek. Başka bir yaşam alanı bulmaya çalışacak.
Nasıl Bir Gelecek İstiyoruz?
Uzay gemisine binenlerin Mars’a ineceğini, şanslarının
yolunda gideceğini varsayalım. 2025’in mevcut bilgi ve teknolojik birikimi ile
yeni bir yaşam kuranlar, ilk kazmayı yere vururken neyi planlayacaklar?
Geldikleri yer kürenin geleneğini de beraberlerinde mi getirecekler? Yoksa yeni bir anlayış mı benimseyecekler?
Siz, bu koloninin bir üyesi olsanız, hatta karar alan kişi
olsanız, nasıl bir gelecek inşa etmeye çalışırdınız?
İlk kazmayla, robotlaşmaya nokta koymak ister miydiniz? Yer
kürede yarattığımız çevre tahribatının benzerini yeni evinizde de devam ettirir
miydiniz? Kolonide yeni doğan çocukları, nasıl bir değer yargısı içinde
yetiştirirdiniz?
Hiçbirimizin, bir sabah bakir bir gezegende, örneğin
Mars’ta gözlerimizi açma şansımız şimdilik yok. Ancak, her sabah yaşadığımız
yer küreyi, birlikte yaşadığımız kişileri etkileyecek kararlar alıyoruz.
Yarattığımız robotlar ile insanlar arasında; kişisel tatminimizi ön planda
tutmak ile doğanın bir parçası olduğumuzu kabul edeceğimiz bir denge arasında
kararlar alıyoruz. Yer kürede yaşayan milyarlarca insan, bu kararlardan birini
mutlaka alıyoruz.
Bu kararlar, bizim sadece bugünümüzü etkilemiyor.
Yarınımızı da, yarın doğacak çocuklarımızı da, yarından sonra doğacak
torunlarımızı da etkileyecek. Bu, bir bireyin yaşama karşı sahip olduğu gücü
gösteriyor.
Bazen güçsüz hissetsek de, umutsuzluğa kapılsak da, yılsak
da yer kürenin en güçlü türünün bir bireyiyiz. Bu gücümüzü, aldığımız
kararlarla somutlaştırıyor, gücün yönünü bunlar belirliyor.
Hepimizin etki alanı farklı. Kimimiz bir firmayı, kimimiz
bir grubu, kimimiz bir meslek ailesini, kimimiz bir devleti, kimimiz ise sadece
kendimizi yönlendirebiliyoruz. Hepimizin ortak noktası ise gücümüz ne olursa
olsun, aldığımız karar sonunda ortaya çıkan davranışın başkalarını da
etkilemesi. Bu nedenle, geleceği etkileyecek olan, bu bireysel kararlardır.
Dünyanın bir yerinde, biri bir karar alacak ve ilk adımını
atacak. Çoğunluğumuz bu adımı takip edeceğiz. Bu bir adım, yola dönüşecek. Yol
uzayacak, hepimizi hayallerimize, umutlarımıza, planlarımıza götürecek.
Bundan öncesinde olduğu gibi, bundan sonrasını da aldığımız
kararlar belirleyecek. Kararları da, nasıl bir gelecek istediğimiz
şekillendirecek.
Deklanşöre Basarken
2013’te aldığımız kararlar, 2014’ün özçekimini oluşturdu.
Özçekimin bir yanı parlak, gurur verici; diğer tarafı bulanık, kaygılandırıcı.
2015’te ne olacak? Peki 2016’da? Ya Mars’ta? Zaman geçecek, biz şimdilik
kararlar alabileceğiz. Biri deklanşöre basacak.
Umutlu olun, gülümseyin, aldığınız kararları gözden
geçirin. Zaman, gelecek için karar alma zamanı; zaman deklanşöre basma zamanı.
Ali Kamil
UZUN, CPA, CFE, MA, CRMA, CAC
Türkiye İç
Denetim Enstitüsü Kurucu Başkanı
Yorumlar