Babamın Keseri
Ramazan ayının gelmesi ile firmaların aile sofralarına
ayrı bir önem veren reklamları da artmaya başladı. Özellikle gıda sektöründe
faaliyet gösteren firmalar, üç kuşak bir arada oturan aile sofraları üzerinden,
bu görüntüdeki sıcak aile yuvası imgesinden mesajlarını veriyor. Bu reklamlar
bana rahmetli anne ve babamla kurduğumuz sofraları da hatırlatıyor.
Babam, aile sofrasının özel bir yeri olduğuna
inanırdı. Hepimiz sofrada bir araya gelir, günün stres ve sıkıntısını
giderirdik. Sofra bizim için bir özel paylaşım alanıydı. Sofrada surat asmak,
birine iğneleyici dahi olsa bir söz söylemek, tartışmak gibi olumsuz etki
yaratabilecek davranışlar yaşanmazdı. Bunlar belirlemediğimiz ancak hepimizin
sofranın ruhundan çıkardığımız kurallardı. Bugün bile sofraların bu paylaşım ve
birliktelik ruhuna ayrı bir önem veriyorum.
Ailemizde sofraların bu özelliği olmasına karşın bir
akşam yemeğinde babamın hiç keyfinin olmadığını hatırlıyorum. Belli etmemeye,
sofranın geleneğini bozmamaya çalışsa da canını sıkan bir durum olduğu
anlaşılıyordu. Bu durum hepimizin dikkatini çekmişti. Belli ki ortada tatsız
bir durum vardı. Ben ve kız kardeşim yemeğimizi sessizce yerken annem
dayanamadı ve babama her şeyin yolunda olup olmadığını sordu. Babam yüzüne
yerleştirdiği tebessümle bir sorun olmadığını, günün yorgunluğundan
olabileceğini söyleyerek merak edeceğimiz bir durum olmadığına bizi ikna etmeye
çalıştı.
Babam, bu havayı dağıtmak için havadan sudan bir
konudan bahsederek bizi neşelendirmeye çalıştı. Yemeğimizi yedik, sofradan kalktık.
Sofra toplandıktan sonra hepimiz oturma odasında
oturuyorduk. Babam, canını sıkan olayı paylaştı.
Babam inşaat ustasıydı.
Bugün değerlendirdiğimde,
babam iyi bir ustaydı. Yaptığı işin kaliteli olmasına çok emek verir, en iyiyi
yapmaya çalışırdı. Tırnaklarıyla, alın teri ile işine dört elle sarılır,
emeğine odaklanırdı. Bizlere, ailesinin huzur ve mutluluğuna gösterdiği özeni
ve disiplini işine de gösterirdi. Babam, genel olarak bu çalışma felsefesine
sahipti.
Babam o gün, Cağaloğlu’nda bulunan o dönemde Emniyet
Sandığı Genel Müdürlük binası olarak kullanılan bir binanın onarım işinde
çalışıyordu. Anlattığına göre binada kurulu iskelede çalışırken işçinin elinden
keseri alırken, keser elinden düşmüş, mermerden yapılmış giriş merdiven
korkuluğuna ve ardından tahta perdeye çarparak o sırada anne ve babası ile
birlikte yoldan geçen bir kız çocuğunun başını hafifçe sıyırmış. Babam işini
bırakıp çocukla ilgilenerek çocuğu hastaneye götürmüş, gerekli ilk müdahalenin
yapılmasını sağlamış, ciddi bir şey olmadığına emin olduktan sonra hastane
masraflarını da karşılayarak anne ve babasından özür dileyip işine geri dönmüş.
Babamın canını sıkan olay buydu.
Yaşanan olay ciddi bir sorun olmadan hallolmasına
karşın akşam olmasına, olayın üstünden saatler geçmesine rağmen babam olayı
unutamamış, istemeyerek neden olduğu bu olayın olumsuz olabilecek sonuçlarını
düşünerek böyle bir olaya sebep olduğu için üzüntü duyuyordu.
Babamın, muhtemelen bu olayı değerlendirirken bizleri,
bizim başımıza böyle bir olay gelirse ne kadar üzüleceğini düşünüyordu. Kendini
çocuğun anne ve babasının yerine, çocuğu da bizim yerimize koyuyordu.
Sorumluluk duygusu, empati ile birleşince babamın üzüntüsü de artıyordu.
Babamın, bu olaydan dolayı ne kadar üzüldüğü halen
gözümün önünde...
Babam, eylemleri nedeniyle gerçekleşmese bile
gerçekleşme riski olabilecek bir davranıştan dolayı sorumluluk duymuştu.
Çalışma arkadaşları gibi annem de olayın görünmez kaza
olduğunu, bilinçli olmadığını söyleyerek babamı teselli etmeye çalışmıştı.
Çalışma Etiği
1966 yılında yaşanan ve babamın bize anlattığı bu
olay, babamdan öğrendiğim en önemli yaşam dersleri arasında yer alıyor. Bu
olay, neyi nasıl yaparsam yapayım bana, neden olduğum olayların sonuçlarından
sorumlu olmam ve davranışlarımdan nasıl etkilenileceği konusunda empati duymam
gerektiğini öğretti.
Mesleki ilgi alanım gereği de çalışma etiğinin önemini
yakinen gözlemleme ve deneyimleme imkanım oldu.
Son dönemde yaşanan, Soma’da 301 madencimizin yaşamını
kaybetmesi ile sonuçlanan facianın mahkeme süreci, Ermenek’te meydana gelen
maden faciası, İstanbul’un göbeğinde bir inşaatta yaşanan ve işçilerin ölümüne
neden olan asansör kazası gibi olaylar karşısında tanık olduğumuz tutum ve
davranışlar çalışma etiğinin önemini kamuoyunun gündemine getiriyor. Basından bu
haberleri okurken, babamın yaşadığı olayı hatırlıyorum. Babam, yaşadığı bu
olayda büyük bir hassasiyet göstermişti. Oysa aradan yarım asra yaklaşan bir
zaman geçtiği halde, son dönemde yaşanan olaylardan ilgili kişilerin gerekli
hassasiyeti göstermediğini üzülerek takip ediyorum.
Çalışma etiğinin teorik birçok açıklaması bulunup, bu
konuda değişik deneyimlere sahip olsam da babamın tanık olduğum üzüntüsüne
vesile olan olay, benim için çalışma etiği konusunun odak noktasını
oluşturuyor.
Babamın keseri ile sembolleştirebileceğim olaydan
öğrendiğim birkaç konu var.
Bunlardan ilki, babam, mesleğini icra ederken,
kullandığı keseri, istemeden yolda geçen birine ufak bir zarar vermişti. Babam,
kendini bundan dolayı sorumlu hissetmişti. Yani kişi eylemleri nedeniyle yol
açtığı olayın sonucundan sorumludur.
İkincisi, yaşanan olayın daha kötü sonuçlanması da
mümkün olabilirdi. Babam, bu ihtimali düşünmüş, olmamış bir olayın olma
ihtimalinden rahatsız olmuştu. Bu da, kişilerin, çalışırken, gerekli bütün
tedbirleri almaları gerektiğinin zorunluluğunu ifade ediyor.
Üçüncüsü de, babam, bizleri bu çocuğun yerine, kendini
de anne ve babanın yerine koyarak empati yapmış, keser başımıza çarpmış ve olay
canımıza mal olmuş gibi hissediyordu. Bu da herhangi bir olayda, olayın diğer
tarafı ile empati kurmak, kendimizi onun yerine koymak anlamına geliyor.
Eylemlerin sorumluluğunu kabul etme, gerekli
tedbirleri alma ve eylemlerden etkilenen kişilerle empati kurma olarak
özetleyebileceğimiz bu üç ilke, benim çalışma yaşamımda dikkate aldığım çalışma
anlayışımın üç önemli prensibini ifade ediyor.
Gözüm televizyona, reklamlarda masanın etrafında
oturan geniş aileye takılırken, her birlikteliğin ortak ilkelere ihtiyaç
duyduğunu düşünüyorum. Babam, aktardığım bu olayda olduğu gibi önem verdiği
değerleriyle hem aile olma hem de iyi birer yurttaş olma konusunda tutum ve
davranışlarıyla bizim için örnek olmuştur.
Son dönemde yaşanan bazı olaylarda ise sorumluluğu
taşıması, bu olaylardan aldığı derslerle kamuoyuna örnek olması gereken
kişilerin bu sorumluluklarından kaçındıklarına şahit oluyoruz. Deyim yerindeyse
keserin sorumluluğunu almak yerine, sorumluluğu başkalarına yüklemek yoluna
gitmekte, nalıncı keseri olmayı tercih etmektedirler.
Halk arasında nalıncı keseri olarak bilinen deyim,
sadece kendini düşünmeyi, her durumu ve olayı kendi çıkarı açısından
değerlendirmeyi ifade ettiğinden toplumsal olarak, aile kalmak, iyi bir yurttaş
olmak anlayışı ile bir arada yaşama kültürünün gelişimini olumsuz
etkilemektedir.
Unutulmamalıdır ki onurla bitirilmesi gereken en asil
görev hayattır. Bunun da yolu hayatın bütün alanlarında, nalıncı keseri gibi
kendine yontan değil, insan-ı kâmil olmak için kendini yontan olmaktır.
Bu vesile ile babamı rahmetle anıyor, bütün babaların
babalar gününü kutluyorum.
Ali Kamil Uzun, CPE, CFE, MA, CRMA, CAC
Türkiye İç Denetim
Enstitüsü Kurucu Başkanı
Yorumlar