GELECEK İÇİN DEĞERLERİMİZİ BİLMEK
Bu sene yüzüncü yılını
kutladığımız Çanakkale Destanı’nı düşünüyorum.
Ruhi Su’nun konserlerinde yıllar
önce dinlediğim “Çanakkale Türküsü” nü internetin bize sunduğu kolaylık
sayesinde hemen buluyorum. Siyah beyaz bir klip eşliğinde videoyu izliyorum. O tok ve
dertli sesiyle “Off, gençliğim eyvah!” derken Çanakkale’yi düşünüyorum.
Bu yazıyı kaleme alırken, bir
yandan yazıyı yazdığım bilgisayar ekranımda halen açık olan bir gazetenin
internet sitesinde ilk defa yayınlandığı ifade edilen Çanakkale Destanı’na ait fotoğraflara
bakıyorum.
Fotoğraflar siyah beyaz. Dile
kolay, bir asır öncesinin fotoğrafları. İlk iki fotoğraf Cumhuriyetimizin kurucusu
Gazi Mustafa Kemal’e ait. O dönemdeki rütbesi ile Anafartalar Grup Komutanı
Albay Mustafa Kemal’e. Fotoğraflarına minnet ve şükranla bakıyorum. Her iki
fotoğrafta da gözlerini ufka dikmiş. Nereye bakıyor acaba? Düşman gemilerine
mi? Canı pahasına savaşan Mehmetçiğe mi? Belki de savaştan sonra yaşanacakları
düşünüyordu. Askeri dehasını bütün dünyanın kabul ettiği bu büyük komutan,
savaşlar hakkındaki görüşünü şu veciz sözüyle ifade ederek ne kadar hümanist ve
barışsever olduğunu da göstermiştir.
Yurtta
sulh, Cihanda sulh…
Fotoğrafları tek tek
geçiyorum. Üçüncü fotoğrafta şimdi görseniz ortaokul öğrencisi diyeceğiniz bir
çocuk var. Öyle vakur bir duruşu var ki… Sanki geçmişten bugünleri görerek bize
bir mesaj veriyor. Dilimin ucuna “çocuk savaşçı” demek geliyor, mantığım ve
kalbim hemen reddediyor. Kendi memleketi için çocukluğunda silahaltına girmek
zorunda olan biri “savaşçı” olmaz diyorum. Anne sıcaklığından yedi düvele karşı vatanı
korumak için kilometrelerce uzaktan gelen kaç çocuk vardır?
Çanakkale Zaferi’nin ruhunu
yazdığı eserlerle bizlere sunan Turgut Özakman, sayıları belki de binlerle
ifade edilen bu çocukların durumunu şöyle ifade ediyor:
“Çocukların
yaşına bakılmıyor, 45 kiloysa askeri gönderiliyor. İsterse 13 yaşında olsun. Bu
erkeğini bitiriyor Anadolu’nun. Soluğu tükenmiş bir devletle ordu, silahı yok,
cephanesi yok, neyle galip gelecekler? Ölüyorlar."
Fotoğrafların olduğu siteyi
kapatıyor, televizyona bakıyorum. Kanallar, bu destanı farklı yönleriyle ele
alan programlar yapmış. Kimi kazanılan
zaferin dünya tarihindeki siyasi sonuçları, kimi zaferin birinci dünya savaşına
olan etkisi, kimi uzak diyarlardan bilmedikleri topraklarda savaşmaya gelen
Anzakları konuşuyor.
Çanakkale Destanı dünya
tarihinde, Çarlık Rusya’nın İtilaf Devletlerinden yardım alamayarak Bolşevik
İhtilali’nin yaşanması, birinci dünya savaşının uzaması gibi siyasi sonuçlarıyla
yer aldı. Bir Türk olarak, bu destanı yazan ulusun evladı olmaktan gurur
duyuyorum. Yedi düvele karşı, yoksulluk içinde canı pahasına savaşan atalarımızı
şükranla anarken gözümün önüne çocuk askerin siyah beyaz fotoğrafı geliyor.
Bu çocuğun öyküsünü
düşünüyorum.
Bir siperde hayal ediyorum. Kapkara
bir gecede…
Gece soğuk. Hava ayaz. Sipere
sırtını dayamış. Elleri, sayılı mermilerinden birini sürdüğü tüfeğinde. Tüfeğin
çeliğine dokunamıyor. Toprak soğuk. Hava dondurucu. Üstünde haftalardır
çıkarmadığı elbiseleri soğuğa engel olamıyor. Tıpkı köydeki gibi ayakkabısı
yırtık, yanlardan su çekiyor.
Gökyüzündeki yıldızlara
bakıyor. Yıldızlar arasında parlayan aya.
Tek tek tüfek sesleri geliyor.
İlk başlarda korktuğu tüfek seslerine alışkın. Ne gece karanlığını delen
ışıklarından, ne de sessizliğini bozan seslerinden ürperiyor.
Boyunu aşan sığınağın
yakınında vatanını işgal etmeye gelenler olduğunu biliyor. Vatanını koruyacak,
kararlı. Kendisini bekleyen anasını koruyacak. Köyünü, kardeşlerini…
Ne kadar zamandır vatan
savunmasında olduğunu bilemiyor. En çok geçirdiği sert kışı hatırlıyor. Bir de
memleket özlemini depreştiren ilkbaharı.
Cephede kendi gibi vatan
savunması için ismini bile duymadığı memleketlerden gelenlerle kurduğu
arkadaşlıkları anasına anlatmak istiyor bazen. Yediği yemekleri, köyünde
olmayan denizi, komutanlarını, anasına yazmak istiyor. Ama ne onun ne de
anasının okuma yazması vardır. Bunları gidince anlatırım diye geçiriyor içinden.
Ama önce vatan diyor.
Gözleri gökyüzünde bir tepsi
gibi duran aya ilişiyor. Anasını hatırlıyor. Bir komutanı, ayın memleketinde de
görüldüğünü söylemişti. Anası da şimdi, şuan aya bakıyor mudur? Aya çıksa, ayın
ışığıyla birlikte köyüne düşse, evine, soğuk kış gecelerinde koynunda ısındığı
anasının yattığı sıcak odaya. Aya özeniyor bir an. Ama önce vatan diyor
gururla.
Başını tüfeğine yaslıyor.
Yorgun göz kapaklarını zorlukla kontrol ediyor. Ah bu açlık da olmazsa... Akşam
kumanyasında yediği tayın etkisini çoktan yitirmiş. Sabah kumanyasını beklemesi
gerekiyor.
Vatanını koruyor. Soğuk da
açlık da özlem de vız geliyor. Bunlarla baş ederim diyor. Mehmet gibi, Ali
gibi, İdris gibi…
Bu çocuğu düşünürken Çanakkale
Türküsü ’nü başa alıyorum. Ruhi Su “Off, gençliğim eyvah!” derken içimi
çekiyorum fotoğraftaki çocuğun hikayesini düşünürken.
Çanakkale
Savaşı, İhtilaf Devletleri’nin İstanbul’u alamaması, güçlü donanmalarına rağmen
Türk askerinin azmi sayesinde geri çekilmesi,
Osmanlı ordusunun moralinin yükselmesi gibi sonuçlarıyla tarihimiz için
siyasi bir zafer, tarihe mal olmuş bir destandır. Ama bana göre öncelikle bu
çocuğun hikayesi gibi genciyle yaşlısıyla; doğulusu batılısıyla; güneylisi
kuzeylisiyle binlerce kişinin hikâyelerinden oluşan bir destan.
Tarihte,
büyük imparatorlukların yıkılmasına neden olan, yeniçağlar başlatan nice olay
vardır. Bu önemli olayları inceleyerek tarihi anlayabiliriz. Ama Çanakkale
Destanı’nı ancak insan hikayeleri ile anlayabiliriz. Çünkü bu, vatanları için,
memleketin her köşesinden; köylerden, şehirlerden; okullardan, tarlalardan
Çanakkale’ye gelen bu kahramanların canları pahasına yazdıkları bir destandır.
Çanakkale’de şehit olan, kaybolan ya da geri dönen bu aziz insanlar unutulmamalıdır.
Bu insanlar bir ganimet için değil, büyüdükleri toprakları savunmak,
çocuklarının ve torunlarının da kendileri gibi bu topraklarda bağımsız
yaşamaları için cepheye gitti.
Hepimizin
değerlerimiz, sahip olduklarımız için gerektiğinde ödeyeceği bedeller vardır.
Çanakkale’de savaşan kahramanların vatanları için ödediği bedel kendi canları
oldu.
Ödenen
bu bedel, bizi bugünlere getirdi. Bugün, sahip olduğumuz bağımsızlığımız ve
sofralarımıza alın terimizle götürdüğümüz bir tas çorba bu bedelin bir
karşılığıdır. Sahip olduğumuz bu değerleri korumak, onları gelecek kuşaklara
aktarmak ancak Çanakkale Ruhuna sahip çıkmakla mümkün olacaktır.
Çanakkale
Ruhu sadece bir ulusal kardeşlik destanının harcı değildir. Bu kadar acı
yaşanan günümüzde, örnek alınması gereken bir hümanizma abidesidir. Bu abideyi,
Cumhuriyetimizin Kurucusu, Büyük Komutan aşağıdaki ifadesi ile özetlemiştir:
“Bu memleketin topraklarında kanlarını
döken İngiliz, Fransız, Avusturalyalı, Yeni Zelandalı, Hintli kahramanlar!
Burada, dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz.
Sizler, Mehmetçiklerle yan yana koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını
harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim
bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve rahat uyuyacaklardır. Onlar bu toprakta
canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”
Çanakkale
Destanı’nı düşünüyorum.
Bir
yanıyla vatan için canlarını gözlerini kırpmadan veren binlerce kahraman, diğer
yanıyla dünyaya örnek olacak bir hümanizma anlayışı. Bu destanın merkezinde de
siyah beyaz resimde gördüğümüz o çocuk askerin öyküsü yatıyor.
Sahi,
bu çocuğun sonu ne oldu?
Bu
çocuğun sonunu, binlerce şehidimizin uğruna kanlarını döktükleri özgürlük,
bağımsızlık, kardeşlik ve dayanışma değerlerine verdiğimiz önem belirleyecek. Çanakkale
Ruhu dediğimiz bu kutsal emanetler, bizi bugünlere getirdi. Bizi yarınlara
taşıyacak olan da bu değerlerdir.
Görevimiz,
mesleğimiz ne olursa olsun, bu kutsal emanetleri sahiplenmeli, bizden sonra
gelecek kuşaklara bu değerleri ulaştırabilmeliyiz. Bir refah toplumu olmanın,
gelişmiş ülkeler içinde yer bulmanın yolu sadece ekonomik kalkınma ile
sağlanamaz. Bir kuşun iki kanadı gibi,
ekonomik alandaki başarılar yanında varlığımızı borçlu olduğumuz
değerlere de sahip çıkmalı, bizi geleceğe taşıyacak değerlerimiz ile geleceğe
yürümeliyiz.
Değer
bilirliğimiz inşa edeceğimiz geleceğimizin temel taşı olacaktır !..
Ali Kamil UZUN, CPA, CFE, MA, CRMA, CAC
Yorumlar