Kıskançlığın önlenemez öfkesini yönetmek

Denetimden sorumlu üst düzey yöneticiliğim sırasında yaşadığım, meslek hayatımda önemli bir tecrübe olarak kabul ettiğim bir olayı paylaşıyorum.

Piyasada yeni başlayan bir uygulamanın incelenmesi görevini aldık.

Ben de iki çalışma arkadaşımı diğer kurumlarda bu işin nasıl yapıldığını, hangi uygulamalarımızın doğru olduğunu, hangilerinin iyileştirilmesi gerektiğini araştırmaları konusunda görevlendirdim.

Çalışma arkadaşlarım saha çalışmasını bitirmiş, elde ettikleri bilgi ve belgeleri benimle paylaşmışlardı. Çok detaylı bir çalışma yapmışlardı. Konuyu bütün yönüyle araştırmışlardı. Ben de bu verilerin niteliğine uygun bir şekilde başkana iletilmesi için görsel sunum tekniklerini de kullanarak bir albüm şeklinde hazırlanan raporu yönetim kurulu başkanına yolladım.

Bir süre sonra asistanı beni arayarak başkanın beni beklediğini söyledi. Başkanın odasına gittim.

Odaya girmem ile birlikte sert bir şekilde “Bu nasıl bir rapor? Albüm hazırlayacak kadar bol vaktin var galiba, yoksa sen bu albüme para mı harcadın?” dedi. Ben de “yok, kendi imkânlarımızı kullandım” diyerek şaşkınlığımı belli etmemeye çalıştım.

“Böyle profesyonellik mi olur?” diyerek sert bir tepki gösterdi.

Hislerim tepkinin işimizle ilgili olmadığı, başka bir sebebinin olduğunu düşündürüyordu.

Beklemediğim bu öfkeli, kızgın tutum benim için sözün bittiği yerde olduğumuzu ifade ediyordu.

Büyük emekle hazırlanmış bir çalışma karşısında aldığım tepki üzerine hiçbir yorum yapmadan rapor dosyasını alarak hızla kapıya doğru yöneldim. Başkan, benimle birlikte kapıya yönelerek “Neden konuşmuyorsun? Kafanın içinde bir şey var ama söylemiyorsun. Seni ne kadar sevdiğimi biliyorsun. Söyle ne düşünüyorsun?” dedi.

Ben de “ Öfkenizin, kızgınlığınızın nedenini düşünüyorum.” diyerek odadan çıktım. Elimde rapor çalışma odama döndüm. Geldiğimi gören çalışma arkadaşlarım yanıma geldi. Olayı anlattım.  Onlar da üzüldü. Albümde yer alan belge ve fotoğrafları bir poşet içine koyarak tekrar başkana gönderdim.

Sonra başkanı öfkelendiren, kızdıran şeyin ne olduğunu düşünmeye başladım. Çok güzel bir çalışma yapmış, raporu yaratıcı bir şekilde sunmuştuk. Raporda, başkanın sadece istediği bilgiler değil, istediği bilgilerden çok daha fazla bilgi vardı. Öfke ve kızgınlığının sebebi ne idi? Bu soru mesaiden sonra da beynimi meşgul etti.

Ertesi gün yönetim kurulu başkanı ile birlikte üst düzey yöneticilerin olduğu bir toplantı vardı. Ben de bu ekibin bir üyesi olarak her zamanki yerime, başkanın yanına oturdum. Önceki gün yaşanan olaydan dolayı biraz kırgınlığım vardı. Belli etmemeye çalışsam da bu ruh halimin davranışlarıma ve yüzüme yansıdığını tahmin ediyordum. Başkan, bütün konularda benim ne düşündüğümü soruyor, muhtemelen gönlümü almaya çalışıyordu.

Başkan, toplantının sonunda araştırdığımız konuda kurum olarak neler yapıldığını sordu. İlgili yöneticiler fikirlerini paylaşmaya başladılar. 

Başkan, “Bir dakika arkadaşlar, bu konuda bir araştırma yaptınız mı? Fikirleriniz araştırma sonucu bilgilere mi dayanıyor, yoksa kanaatlerinizi mi söylüyorsunuz? Bakın denetim ekibimiz bu konunun diğer kurumlarda nasıl yapıldığı konusunda bir rapor hazırlamış, sizlerin böyle bir çalışması var mı? Lütfen, önce bu raporu okuyun, sonra konuşalım” dedi.

Bu konuşmadan sonra, başkanın öfkesinin, kızgınlığının sebebini anlamıştım. Başkanın öfkesi,  kızgınlığı diğer kurumların uygulamalarının bizim uygulamalarımızdan çok daha ilerde olmasından kaynaklanıyordu. Biz de yapılan çalışmaları sunum biçimimizle, deyim yerindeyse yangına körükle giderek başkanın öfkelenmesine, kızgınlığına bir nebze de olsa sebep olmuştuk. Kıskançlığın önlenemez öfkesi ile muhatap olmuştuk.

Sorunun cevabını bulmuştum. Raporun sadece içeriği değil, kendisi ve mesajın iletilme yöntemi de en az rapordaki bilgiler kadar önemliydi. Üslubun ne kadar önemli olduğu, sunum şeklinin yaratıcılığı kadar yaratacağı etkinin de dikkate alınması gerektiğini anladım.

Uzun lafın kısası;

Bu olay, farklı bir şekilde, istifa etmemle neticelenebilirdi. Sakinliğimi kaybetmiş olsam, farklı bir tepki versem ya da istifa etsem olay farklı sonuçlanırdı. Nitekim Başkan’ın benimle birlikte kapıya kadar gelerek “Kafanın içinde bir şey var ama söylemiyorsun. Seni ne kadar sevdiğimi biliyorsun, söyle ne düşünüyorsun?” demesi, belki de istifa edebileceğimi düşünmesindendi. Olay sırasındaki hislerim beni yanıltmamıştı.

Doğru içeriğin tek başına yeterli olmadığı, uygun iletişim üslubu ve şeklinin de önemli olduğunu unutmamalıyız.

 

Davranışlarımızı koşullara uygun şekilde ayarlayabilmeli, sakinliğin gücünü kullanmayı bilmeliyiz.

 

 

Ali Kâmil UZUN

Türkiye İç Denetim Enstitüsü Kurucu ve Onursal Başkanı

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tercihlerimizde iç sesimize kulak vermek…

SÜRDÜRÜLEBİLİR KURUMSAL HAYATIN VAZGEÇİLMEZ REÇETESİ

Meslek İnsanı Olmak