MARKA YARATMAK TUTKU İSTER
Yazarı olduğum Turcomoney dergisi, Ağustos ayında
yazarlarını yemekli bir toplantıda buluşturdu. Kendisi de Turcomoney’nin yazarı
ve aynı zamanda Türkiye Lezzet Hareketi Kurucu Başkanı ve bir lezzethan olan M.
Vasfi Pakman’ın eşliğinde The Market At Bosphorus Steakhouse’da toplandık. Bir yandan içinde cunda ezmesi, badem
taratordan, yaprak ciğer, kuru bibere; semizotu salatasından dana pirzolaya
kadar birbirinden leziz Türk mutfağı örneklerinin olduğu “Şefin Tadım Mönüsü”
yemeğini büyük bir lezzetle yerken, konuşmacı olarak davet edilen Süleyman
Orakçıoğlu’nu da aynı ağız lezzetiyle dinleme fırsatı bulduk.
Mekanın ambiyansı, yemeklerin hatırlandıkça ağız
sulandıracak lezzeti ve birbirleriyle uyumu, Sayın Orakçıoğlu’nun anlattıklarıyla
birleşince, hoş bir seda bırakan, değerli bir sohbet gerçekleştirmiş olduk.
İşini
tutkuyla yapan başarılı bir marka yaratıcısının öyküsü
Süleyman Orakçıoğlu, Türk tekstil dünyasının duayenleri
arasında yer alıyor. Yaratıcılığını, içindeki çalışma sevgisiyle girişimciliğe
tahvil edebilen değerli iş adamlarımızdan biri. Orka Holding’in kurucusu ve bu
holding bünyesinde yarattığı Damat, Tween ve D’S markalarının yaratıcısı;
tekstilde tasarıma gösterdiği önem ve girişimci kişiliğiyle bu alanda ülkemizde
olduğu kadar uluslararası alanda da tanınan ve sözü geçen; ülkemizi küresel
alanda temsil eden başarılı bir iş adamımız [1] .
Sayın Orakçıoğlu’nu bir yandan başarılarını takdir
ederek, bir yandan anlattığı başarı öyküsünden gençlerimizin ve iş
adamlarımızın alacağı dersler olduğunu düşünerek dinledim. 1980’lerin
ortasında, tekstilde üretime dayalı bir üretim modelinin hakim olduğu, Türk
markalarının küresel alanda bugün kadar itibar sahibi olmadığı bir atmosferde
iş dünyasına atılan Sayın Orakçıoğlu, üretime dayalı bu modelin sınırlı bir
katma değer yaratacağını düşünmüş. Çalışma sevgisiyle yaratıcılığını
somutlaştırdığı tasarım sayesinde ve bu konuda sahip olduğu tutkuyla dünya
çapında tanınan markalar yaratıyor. Sahip olduğu hayallerini yarattığı markaların
ruhuyla milyonlarca tüketici tarafından kabul görmesini sağlayarak gerçekleştiren
Orakçıoğlu, sektörde birçok ezberi de bozuyor. İyi bir markanın pahalı olmasına
gerek olmadığını; kaliteli bir ürünün iyi fiyata satılabileceğini düşünerek
erişilebilir, kaliteli markalar yaratıyor. Kalitenin tesadüf olmadığını,
çalışma azmi ve tutkusu ile hayallerin gerçekleşeceğinin örnekleri olan bu
marka yaratma öyküsünün sadece iş dünyası için değil, gençlerimiz, küçük ve
orta ölçekli girişimcilerimiz ve hatta müteşebbislerimiz için önemli ipuçları
taşıdığı ortada.
Son dönemlerde, büyük markaların, uluslararası kurumların
ve kişilerin itibarlarının olumsuz etkilendiği olaylara şahit oluyoruz. FİFA,
Toshiba, Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) eski başkanı Dominique
Strauss-Kahn bu itibar kayıplarına örnek gösterilebilir. İtibarlı bir marka
durumundayken, itibarın kaybedilmesi yanında ikinci tehlike de markanın yerinde
durması, rakipleri karşısında rekabet etme gücünü kaybetmesidir. Kodak firması,
ilerlemediği için itibar ve değer kaybeden firmalar için güzel bir örnek
olabilir[2]. Böylesi dinamik bir
yapıda, Sayın Orakçıoğlu, bir marka oluşturmanın ve oluşturulan markanın
sürekliliğinin sağlanmasında inovasyona verilen önemi tasarımla
somutlaştırıyor. Tekstil gibi emek yoğun bir sektörün bile tasarımla değer
kazanması, markalaşması; bütün ekonomik paydaşların özellikle de firmaların
inovasyona yatırım yapmasının katma değerini gösteriyor.
Firma
sahibi değil, yüksek maaşlı çalışan olmak
Ekonomi dünyasının belirsizlikle karşı karşıya kaldığı
bir dönemden geçiyoruz. Ekonomi tarihinden biliyoruz ki bu tür durumlarda genel
kanı “var olan pozisyonu korumak” şeklindedir. Oysa Sayın Orakçıoğlu, kriz
döneminde küçülme yerine, kriz dönemlerinde bile firmaların dayanıklılığı
sayesinde atılım yapabileceğinin örneğini oluşturuyor. Kendi tabiri ile bu tür
durumlarda iş adamlarının paniklediğini ifade ediyor. Türkiye’nin bu tür
durumlara alışkın bir ekonomik ortama sahip olduğunu belirterek, başarmak için
vaz geçmemenin önemli olduğunu ifade ediyor. Kendi firmasında hayata geçirdiği
kurumsal yönetim yapısı ile firmaların kriz dönemlerini fırsata
dönüştürülebileceğini gösteren Sayın Orakçıoğlu kurumsal yönetim felsefesinin
en güzel örneklerinden biri, kendini firmanın sahibi olarak değil, yüksek
maaşlı bir çalışanı olarak görmesi, bununla bağlantılı olarak önemli kararları
çalışma arkadaşlarıyla birlikte almasıdır Bir şahıs firması yerine kurumsal bir
yapının hakim olduğunu gösteren bu yönetim anlayışı, bir meslek insanı olarak
benim açımdan gerek iç denetim, gerek kurumsal yönetim uygulamalarının nasıl
somutlaşacağını göstermesi açısından paylaşılmaya değer bir örnek uygulamadır. Bir
firma sahibinin kurumsal yapıya gösterdiği bu özenin sadece firma sahipleri
tarafından değil, kurumlarda çalışan bütün çalışanların örnek alması
gerektiğini düşünüyorum.
Bir meslek insanı olarak, daha gelişmiş bir ülkeye, daha
yüksek yaşam standartları olan bir toplumsal yapıya, küresel alanda rekabet
edebilir bir ekonomik güce, şeffaf ve kurumsal bir yönetim anlayışıyla daha
kolay erişebileceğimizi düşünüyor, bu felsefeyi gösteren yönetim anlayışı
örneklerinin önemli olduğuna; bunların örnek alınması gerektiğine inanıyorum.
Sivil topluma önem veren biri olarak, Sayın Orakçıoğlu’nun
bu konudaki deneyimlerini ise “aklın yolu birdir” diyerek dinledim. Yaratılan
katma değerin ortaklaştırılması ve daha geniş kesimlere ulaştırılmasında etkin,
verimli ve itibarlı bir kanal olan sivil toplumun, iş dünyasında başarı ile
paralel bir şekilde yürüdüğünü; başarılı iş insanlarının birer başarılı sivil
toplum gönüllüsü olduklarının örneklerini, iş dünyasında yaratılan başarıların
kalıcı olması açısından da ayrı bir önem taşıdığını düşünüyorum.
Toplumsal olarak sivil topluma yatırım yapmanın, deyim
yerindeyse aklının zekatını vermenin yanında önemli diğer bir konunun da
mesleğin geleceğini yetiştirmek olarak görüyorum. Profesyonellerin
üniversitelerde dersler vermesi veya kurumların bünyesinde yer alan mesleki
gelişim akademileri, hem var olan deneyimin paylaşılması için bir platform
oluşturması, hem iş dünyası ile akademik sinerjiyi bütünleştirmesi hem de
geleceğin profesyonellerini yetiştirme işlevlerini yerine getirmesi açısından
önem taşıyor. Sayın Orakçıoğlu da benzer amaçlarla İstanbul Moda Akademisi’nin
kuruluşunu gerçekleştirip üniversitelerde deneyimlerini gençlerle paylaşıyor. Böylece
var olan sorunlar karşısında vaz geçmek yerine, bu sorunların çözüm yolu
olabilecek sivil toplum kuruluşlarının kurulmasına çalışıyor, ülkemizin
geleceği gençlerle bilgi ve deneyimini paylaşıyor, bu konuda akademiler
kurulmasına öncülük ediyor.
Sonuç
Üniversitede ders verdiğim öğrencilerimden,
okuyucularımdan ve genç meslektaşlarımdan yer yer “iş dünyasında başarılı
olmanın püf noktası”, “başarılı olmak için altın öğütler” tarzında sorular
alıyorum. Rekabetin deyim yerindeyse acımasız, değişimin getirdiği
belirsizliklerin tedirginlik yarattığı iş dünyasında, bu soruların sorulması
son derece insani. Hepimiz bildiğimiz, tahminlerimize ve planlarımıza uygun bir
gelecek istiyoruz. Ancak zamanın akışı planlarımızla çoğu zaman uyuşmayabiliyor.
Yolumuza ummadığımız engeller çıkabiliyor, planlarımız geçersiz olabiliyor. Bu
durumda başarılı olmanın yolu da bilinen, beklenen dingin bir yapı beklemek ve
ona göre konum almak yerine bu değişimi ve dinamizmi öngörerek davranmaktan
geçiyor. İş dünyasının bu dinamik yapısına uymak, onu kontrol edebilmek
inovatif olmaktan, kimsenin yapamadığını yapmaktan geçiyor. Kimsenin
yapamadığını yapmak da ancak emek vermekten ve çalışmaktan geçiyor. Hepimiz bir
şeylere emek veriyoruz. Bu emeklerimizin sonucundan mutlu olmak, emeklerimizin
sonucundan lezzet almak ve haz duymak bizim elimizde. O halde haz alacağımız
bir alanda çalışmayı tercih etmeliyiz. Kişisel deneyimlerim, emek vermek ve
emeğin sonunda haz alma arasında ismine tutku dediğimiz bir bağ olduğunu
gösteriyor.
Turcomoney toplantısında bunun örneğini gördüm. Emek
verilerek, tutku ile hazırlanan lezzetli bir yemek eşliğinde; işini tutkuyla
yapan başarılı bir marka yaratıcısını dinledik. Burada oluşan lezzet ortamının,
başarının anahtarı olduğunu düşünüyorum. Sayın Orakçıoğlu, her meyvenin bir
iklime ihtiyaç duyduğu gibi firmaların da bir iklime ihtiyaç duyduğunu, bunun
da kurumsal yönetim olduğunu söyledi. Başarı için de bir iklime ihtiyaç var. Bu
iklim de severek emek vermek ve bu emek sonunda çıkan üründen haz almaktır.
Ali
Kamil UZUN, CPA, CFE, MA, CRMA, CAC
Türkiye
İç Denetim Enstitüsü Kurucu Başkanı
Yorumlar