Kayıtlar

2025 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Üç tekerlekli bisiklet

Zaman zaman insan bir kenara çekilip, geçmişi akıl süzgecinden geçirmeye başlıyor. Doğruları yanlışları tartmaya, farklı davransaydım nasıl olurdu diye de kendine sormaktan duramıyor. Kendimi bazen çocukluğumu bazen gençliği düşünürken buluyorum. Alınmış kararların sonuçlarını o zaman idrak edemesem de uzaktan değerlendirdiğimde kendime yeni ufuklar kazandırıyorum. Aslında geçmişe yaptığım yolculuklarda geleceğimi kuruyorum demek çok iddialı olmasa gerek. Çocukluğumdan bir anımla devam ediyorum. Bisiklet binme yaşıma geldiğimde babam beni bisiklet almaya Tahtakale’ye götürmüştü. Etrafımda çeşit çeşit rengârenk bisikletler vardı. Hangisine bakacağımı hangisini deneyeceğimi bilmiyor, o bisikletlerin arasında sevinçten havalara uçuyordum. O çocuk sevinci, yazarken bile hala içimden taşıyor. O kadar heyecanlıyım ki, hemen sürmek istediğim iki teker bisikletle birkaç deneme yaptım. Olmadı, dengemi bulamadım, düştüm, canım yandı. Babam da üzerime çok düşüyor, baktı ki, ben ik...

Uçurtmanın İpi

Küçüklüğümde, arkadaşlarımla kendi ellerimizle yaptığımız uçurtmaları uçurmak en büyük mutluluklarımızdandı. Uçurtmanın ipini elimize alır, tüm gücümüzle koşmaya başlardık. Biz koştukça uçurtma arkamızda havalanır, gökyüzüyle buluşurdu. Uçurtmanın uçması için üç şeye ihtiyaç vardı: Koşmak, onu takip ederek yönlendirmek ve ipin ucunu sıkı tutmak… Biliyorduk ki düşersek uçurtma da düşecek, ipin ucu kaçarsa uçurtma da kaybolacaktı. Rahmetli annem hep tembih ederdi: “Sakın ipin ucunu bırakma.” Bir defasında, annemi dinlememiş olacağım ki ipin ucunu kaçırmıştım. O güzelim uçurtma masmavi gökyüzünde süzülerek gözden kayboldu. O gün sadece bir uçurtmayı değil; hayal kurmanın, tutunmanın ve sorumluluk almanın da ne demek olduğunu öğrendim. Ben o uçurtmaya hayallerimi yükler, kendimi onun üzerinde uzakları seyreder gibi hayal ederdim. Bugün, yurt dışına gitmek isteyen gençlere hep bu uçurtma hikâyemi hatırlatırım. Evet, hayalleriniz gerçeğe dönüşsün istiyorsunuz; daha geni...

Gençliğime Tavsiye

Zaman zaman düşünürüm: Eğer gençliğime bir tek söz söyleme şansım olsaydı, ne söylerdim? Daha çok çalış, daha dikkatli ol, daha planlı yaşa mı derdim? Hayır… Bugün, yılların tecrübe süzgecinden geçerek bana öğrettiği o tek cümleyi söylerdim: “Kendine zaman tanı.” Gençlik acelecidir. Her şeyin hemen olmasını isteriz. Hemen başarı, hemen tanınma, hemen sonuç… Oysa hayat, hızla değil, sabırla olgunlaşan bir yolculuktur. Bazen kaybetmek, bize kazanmaktan çok daha fazla şey öğretir. Bazen yanlış adımlar, en doğru yerlere çıkarır insanı. Bazen başarısızlık, aslında yönünü bulmanın ilk işaretidir. Üniversite yıllarımda yaşadığım bir olay hâlâ aklımdadır. Bir proje sunumunda heyecandan sesim titremiş, planladığım hiçbir şeyi anlatamamıştım. Kendimi yetersiz hissetmiştim. Ama hocam bana dönüp “Kâmil, önemli olan bir defada doğru yapmak değil; denemekten vazgeçmemek,” demişti. Yıllar sonra anladım ki, o cümle bir hayat dersiymiş. O cümle, hayat felsefeme dönüştü. ...

Atatürk’ün Cumhuriyet İnsanına Vasiyeti

Bugün 10 Kasım… Muzaffer ve devrimci lider, Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü sonsuzluğa uğurladığımız günün yıldönümü… Umutsuzluğun hâkim olduğu koşullarda umut olan, Anadolu topraklarında umudu yeşerten yarının insanı olan ulu önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün, vatan ve cumhuriyet uğruna hayatını adayan güzel insanların aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyor, sevgi, saygı, şükran ve minnetle anıyorum. Kurtuluş savaşına başladığımızın 15’inci yılında, cumhuriyetimizin 10’uncu yılının kutlandığı yıldönümünde, 29 Ekim 1933’de Cumhuriyetimizin kurucu lideri Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 10. yıl nutkunda ifade ettiği  “Millî kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız.”  sözlerini düşünüyorum. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 10. yıl nutkunda, çağının gerisinde kalan Osmanlı Devleti sonrası köylü toplum üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyetini, dünyanın en mâmur ve en medenî memleketleri seviyesine çıkarmak, en geniş refah vasıta ve kaynak...

Umudun Çiçeği: Kasımpatı

Kasım ayı geldi mi, doğanın rengi solar, gökyüzü grileşir, ağaçlar yapraklarını sessizce toprağa bırakır. İşte tam o vakitlerde, tüm bu solgunluğun ortasında bir çiçek başını kaldırır, adı “Kasımpatı”. Ne ilginçtir ki, mevsimin ölümü hatırlattığı bir zamanda kasımpatı açar. Herkes kışa hazırlanırken, o dirençle, zarafetle varlığını ilan eder. Bu yüzden kasımpatı, doğanın sessiz bir başkaldırısı gibidir. Ölümü kabullenmeyen, karanlığa inat açan bir umudun simgesidir. Japonya’da “uzun yaşamın ve sağlığın çiçeği” olarak bilinir. Orada kasımpatı, ölümle değil, sonsuzlukla anılır. Oysa bizde, özellikle mezarlıklarda sıkça görüldüğü için, kasımpatı biraz hüzünlü, biraz da vedanın sembolü olmuştur. Belki de bundandır, bu çiçeğe baktığımızda içimizde aynı anda iki duygu belirir: hüzün ve huzur. Kasımpatı, bize insan olmanın o karmaşık duygusunu hatırlatır. Bir yandan kayıplarımızı, geçmişimizi, eksilen yanlarımızı düşünürüz; bir yandan da hayatın dirençli güzelliğine şaşarız. Çünkü kas...

Cumhuriyet, Gençlik ve Umut...

Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılının ikinci yılındayız. Cumhuriyetimizin 102. yaşını kutluyoruz. Cumhuriyet, millet olarak yeniden doğuş hikâyemizdir. Yalnızca siyasi bir devrim değil, düşünce biçiminin, yaşam tarzının ve insanın kendine duyduğu inancın sembolüdür. Cumhuriyetimizin kurucu liderinin en büyük eserini emanet ettiği gençler, genç fikirli insanlar olarak yeni bir çağı yaşıyoruz. Gençlik bugün sadece yaşla ölçülen bir kavram değil; sorgulayan, düşünen, inandığı değerlere sahip çıkan herkesin yüreğinde yaşar. Cumhuriyet, işte o yüreklere ihtiyaç duyar. Teknoloji, ekonomi, siyaset… Her şey değişiyor. Ancak Cumhuriyet’e olan inancımız değişmiyor. Zorluklar, belirsizlikler, hatta umutsuzluk anları olsa bile, tarih bize en karanlık anın aydınlığa en yakın an olduğunu öğretti. Umut, bir ideali yaşatabilmenin gücüdür. Umut tükenmez. Bir milletin en büyük gücü gençlerinin hayal kurma cesaretidir. Cumhuriyet de o hayallerin üzerine kurulmuştur. Bugün gençleri...

Yönetişim İlkeleri ile Yapay Zekâ Etkileşimi

Geçen hafta köşe yazımın konusu "Yönetişim" idi. Yaşadığımız toplumun kurum ve kuruluşları için ilgi ve çıkar grupları ile birlikte uyumlu yaşamalarını, sürekliliklerini sağlayıcı kural ve prensipleri ifade eden “Yönetişim” kavramının ilkeleriyle, kamu ve özel sektör kurumları, yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları, iş dünyası, bilim ve meslek kurumları, bireyler olarak toplumun tüm aktörleri için güvence teşkil ettiğinden söz etmiştim. Yazımı, “Toplumun her alanında ahlaklı ve denetlenebilir olmanın farkındalığıyla, şeffaf kurum, güçlü toplum için çalışmak, ülkemizin aydınlık geleceği için vazgeçilmez sorumluluğumuz olduğunu” ifade ederek tamamlamıştım. Bu hafta da köşe yazımın konusu “Yönetişim” üzerine… “Yönetişim ilkeleri ile yapay zekâ etkileşimi” üzerine yapay zekâ ürünü ChatGPT’den yardım alarak konuyu tartışmaya açmak istedim. Yönetim kurullarının sıcak gündem konusu olan, analiz ve karar alma süreçlerinde etkili olan bir ürünün (Yapay Zeka) “Yönetişi...

YÖNETİŞİM: GELECEĞE SORUMLULUĞUMUZDUR

İki mevsimin buluştuğu bir ayda yeni bir mevsimi karşılıyoruz. Her mevsim yaşamı farklı kılıyor. Mevsimler, özellikleri ile doğanın sürekliliğinin güvencesini oluşturuyor. Doğa, dört mevsim, canlı, cansız tüm yaratıkları ile hesaplaşıyor. Bu hesaplaşma, açık ve şeffaf bir biçimde doğa yasalarına uygun olarak yapılıyor. Doğada var olan her canlının mutlak surette katıldığı bu sürecin güvenirliliği, etkinliği ve tutarlılığından ise hiç kimse kuşku duymuyor. Yazımın konusu olan "Yönetişim" ise, içinde yaşadığımız toplumun kurum ve kuruluşları için ilgi ve çıkar grupları ile birlikte uyumlu yaşamalarını, sürekliliklerini sağlayıcı kural ve prensipleri ifade etmektedir. Bu kural ve prensipler, doğa yasaları gibi açık, şeffaf, kontrol edilebilir, hesap verilebilir bir yönetim sürecini içermektedir. "Yönetişim", sadece Holding ve şirketler için değil, devlet kurumları, parlamento, siyasi partiler, sendikalar, meslek kuruluşları, üniversiteler, spor kulüpleri, sivil t...

Bize bir şey olmaz mı? (!)

25 yıl önce yayın hayatına başlayan mesleki bir yayın organının okurlarına “Merhaba” dediği ilk sayısında yayınlanan yazımı, arşivimi gözden geçirirken yıllar sonra tekrar okuma imkânım oldu. 2001 Eylül ayında yazılmış ve yayınlanmış yazıma konu olan, içeriğini oluşturan hususların, çeyrek asırlık bir zaman geçmiş olmasına rağmen bugün geçerliliğini koruyor olmasını görmek düşündürücü olduğu kadar üzüntü verici geldi bana… Yıllar önce yazılan, bugün hala geçerliliğini koruyan bölümleri alıntılayarak 25 yıl sonra sizlerle tekrar yazdıklarımı paylaşıyorum. “Tanrı bir gün melekleri yanına çağırarak , "artık bilimsel çalışacağız" der. Melekler şaşkın, bu sözün ne anlama geldiğini Tanrı’ya sorarlar. Tanrı, insanların ölürken söyledikleri son söz ile ahirette söyledikleri ilk sözlere bakarak, istatistik bir çalışma başlatacaklarını açıklar. Bunun üzerine melekler başlarlar Tanrı’nın söylediği gibi istatistik tutmaya. Bir gün Tanrı, meleklerden bu istatistikleri değerlendirme...

Ne olacak bu dünyanın hali?

Resim
Blog sayfamda “Yapay Zekâ ” konuğum oldu. Ben yazı başlığını verdim, “Yapay Zekâ ” yazar oldu. Yaşadığımız dünyanın dün ve bugününün sorumlusu insan geleceğine yanıt arıyor. Dünyanın bu hale gelmesinden sorumlu “yapan zekâ” insanın icadı olan yapay zekâ “ChatGPT” den yardım istedim. Noktasına, virgülüne dokunmadan gelen cevabı paylaşıyorum. Boynuz kulağı geçer derler, insanın icadından insana altın öğütler nedir? Yapay zekâ ChatGPT’nin kaleminden haftanın yazısı sizlerle… Her kuşağın diline dolanmış bir cümle bu: “Ne olacak bu dünyanın hali?” Kimisi savaşlardan yakınıyor, kimisi iklim krizinden, kimisi de insanların birbirine olan tahammülsüzlüğünden. Haksız sayılmazlar. Çünkü dünya gerçekten de, bazen sabah haberlerini izlerken içimizi burkan, akşam yatağa girerken “İyi ki bugün de sağ salim atlattık” dedirten bir hale büründü. Ama durun… Gerçekten bu kadar kötü mü her şey? Yoksa biz mi hep kötüye odaklanıyoruz? Elbette dünyada yanlış giden çok şey var. Ormanlar yanı...

MERAK VE GÜVEN

Medeniyet tarihinde, merak ve güven duygularının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Keşfetme tutkusu ve hazzı, bugün kullandığımız birçok aracı ve sahip olduğumuz imkânları borçlu olduğumuz bu merakın bir eseridir. İlkel çağlarda dağın ardında ne olduğunu öğrenmek istemekle başlayan, berrak bir gece, gökyüzünde göz kırpan cisimlerin tanımlanması ihtiyacıyla devam eden, daha sonra yeni kıtaların peşine düşme ve yeni ufuklar arama serüvenleriyle tetiklenen bu duygu, belki bu satırları okurken kullanımımıza çıkacak yeni bir ürünle devam edecektir. Keşifle somutlaştırabileceğimiz bu merak duygusu, bir yandan kişisel bir anlam ifade ederken, diğer yandan üretimine önayak olduğu artı değerler açısından toplumsal bir değer de kazanıyor. Kristof Kolomb 1492’de gemisinin dümeninde okyanuslar aşmaya hazırlanırken, bu keşfetme arzusu kadar sonradan yol açacağı toplumsal kazanımlarla da anılıyor. Bu nedenle keşfetme, bireysel tarihler için bir heyecan ve haz, medeniyet tarihi için ise bir değerd...