ON YIL ÖNCE, ON YIL SONRA GELECEK...
İnanılmaz bir değişim ve dönüşüm
çağındayız. Her bir yeniliği takip etmeye, kullanmaya yetişmek mümkün olmuyor.
Öyle bir çağ ki, baş döndürüyor. Yakın geleceğimizin bizlere neler getireceğini
merak ederken, tedirginliğimi de gizleyemiyorum.
Bu baş döndürücü değişime ayak uydurmaya çalışırken biraz yakın geçmişimize de bakmak istedim. Hazır 2024 yılını uğurlarken… Bunun için öncelikle geçmişe dönük Dergimizde yayınlanan köşe yazılarımı gözden geçirdim. On yıl önce köşemde yayınlanmış olan “2014’ün Özçekimi” başlıklı yazımda kaleme aldığım hususların bugüne ve geleceğe dair öngörü ve uz görülere hitap ettiğini gördüm. Ben de on yıl önceki yazımın içeriğini esas alarak bu yılın ilk yazısını kaleme almaya karar verdim.
On yıl önce, 2014 yılının bize armağan ettiği yenilikler içinde en çok tutulanlardan biri kendi kendinin fotoğrafını çekmek anlamına gelen “selfie” olduğundan bahsetmişim. 2024 yılında ise, yapay zekâlı konuların öne çıktığını, on yıl öncesinin ürünü “selfie” gibi on yıl sonra bugün ise “ChatGPT” gündem olduğunu görüyoruz.
Geride bıraktığımız on yıllık dönemde gelişmeler sadece bahse konu iki ürünle sınırlı değil. Yeni teknolojiler ve dijitalleşme ile birlikte değişim dalga aralıklarının çok kısaldığı bir hayatın içinde hayatın her anı yeni bir değişim ve dönüşüm olarak yaşanıyor. Yeni uygulamalar hayatımıza giriyor.
Modern zamanın bireyleri olarak biz, 2025 yılındayız.
Zamanın dingin akışı içinde devam eden yolculuğumuz, 21. yüzyılın ilk
çeyreğinde seyrediyor. Bir sene daha ilerlediğimizi algılıyoruz. Birbiri ardına
devam eden bu “bir seneler”, gün gelecek başka yüzyılları hatta başka bin
yılları görecek. On yıl önceki yazımda da ifade ettiğim gibi zamanın
bizi ağırlayan bu noktası, ne bir başarı, ne de bir başarısızlık olarak kabul
edilmeli. Zaman, deyim yerindeyse otomatik pilotta ilerlerken, kişisel
yaşanmışlıklar yükleyerek, bu dinginliği anlamlandırmaya çalışıyoruz.
Yerküredeki Yerimiz
On yıl önce kaleme aldığımı yazımda yerküredeki
yerimize ilişkin ifade ettiğim görüşlerimi
noktasına, virgülüne dokunmadan aşağıda paylaşıyorum.
“Zamanın ve mekânın
bu bilinmezliği içinde, yerkürede birbirinden farklı birçok hayvan ve bitki
türü ile birlikte yaşıyoruz. Yaşam
alanlarını onlarla paylaşarak başladığımız medeniyet serüvenine, onları kendi
amaçlarımız için kullanarak devam ediyoruz. İnsan, yerkürenin en güçlü varlığı
olarak kabul ediliyor. Kendi çektiğimiz fotoğrafımızda, bu ayrıntı dikkatimizi
çekiyor. Zekâmız sayesinde bizimle birlikte yaşayan diğer canlı türlerinden çok
farklıyız. Bu üstünlük ve farklılık bizi yerkürenin sahibi mi yapıyor? Yoksa
buna rağmen halen sadece bir parçası mıyız?
Bizimle aynı yerküreyi paylaşan
diğer canlıları, daha güzel görünmek, daha çok beğeni almak, keyif almak
amacıyla; örneğin çanta yapmak için öldüren bizlerin, diğer türlerden daha
güçlü olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak bu güç, yine kendi değer yargılarımızla
ifade edersek, bir üstünlük olarak ifade edilebilir mi?
Birçok canlı türü, şu an yerkürede var olma tehlikesi geçirirken, türümüz inanılmaz ilerlemeler kaydetti. Uçakları, kıtalar arası yolculukları düşünün; interneti, bir düğme ile binlerce kilometre uzaklıktaki kişilerle anlık konuşmaları düşünün; cep telefonlarını, yaşamımızın vazgeçilmezlerini düşünün. Diğer bir ifadeyle, insanoğlunun maddeyi kullanarak gündelik yaşantımızda yarattığı sıçramaları, yaşantımıza katılan maddi değeri düşünün. Bunları düşünürken, bir kahve arası verin ve evinizin veya ofisinizin içinde biraz dolaşın. Hizmetimize aldığımız makinelere dikkat edin. Robot dediğimiz ve yaşantımızı kolaylaştırmak için, geliştirdiğimiz makineleri; çamaşır makinesini, yazıcıyı, bulaşık makinesini, bilgisayarı, elektrik süpürgesini, kahve makinesini, ekmek makinesini, televizyonu ve aklımıza gelmeyen ya da şu an laboratuvarlarda geliştirilen hiç bilmediğimiz makineleri düşünün. Ne müthiş bir ilerleme değil mi? Her sene, bir önceki seneyi mazide bırakan nice yenilikler…
Bu gelişmenin bir sınırı olacak mı? Olmayacaksa, yenilikleri kim, nasıl düşünüyor? Olacaksa, sınır noktası ne anlama gelecek?”
On yıl sonra bugün ise bu soruların yanıtlarını üretken yapay zekâ uygulamalarında yaşadığımız gelişmeler ile birlikte değerlendirebiliriz.
İlerlemenin Boyutu
On yıl önce ilerlemenin boyutu
üzerine yaptığımız değerlendirmede de, teknoloji, dijitalleşme ve üretken yapay
zekâya bağlı olarak yaşanabilecek gelişmelere ilişkin aşağıda yer alan
görüşlerimi paylaşmışım.
“Yakın bir dönemde, yapay zekâ sayesinde, bilgisayarlarımızın bizimle konuşacağı söyleniyor. Bir hayal edin, çalışma odasında bilgisayarlarımızın başında otururken, bilgisayarlarımızın bize “Bugün neden yorgunsun?” ya da “Bugün kafan dağınık, yazdıklarını silip tekrar yazıyorsun.” demesine hazır mıyız? Gidişat, buna hazırlıklı olmamızı söylüyor. Peki, gerçekten bu gelişmeleri hazmedebiliyor muyuz?
Akşamları sevdiklerimizi bırakıp, sosyal medya hesaplarımızdaki komik videolara gülerken, aldığımız keyfi biliyoruz peki neleri kaybettiğimizin farkında mıyız? Yolda yürürken, araba kullanırken, yemek yerken elimizden düşürmediğimiz akıllı telefonlarımızı kurcalamaktan, yan komşumuzu, karşımızda oturan, her gün aynı yemek sırasına girdiğimiz insanları fark edebiliyor muyuz?
Yenilikler oluyor. Teknoloji gelişiyor. Kim bilir yarın bizi heyecanlandıracak hangi yeni makineler çıkacak? Ya da hangi kolaylıklar hayatımıza girecek. Bir uçak yolculuğu kadar kolay uzay yolculukları mı? Zamanlar arası seyahat mi? Beyin okuma mı? Somut olayları tahmin etmek zor, gündelik koşuşturma içinde bunu bilemiyoruz. Ancak gidişatın benzer yönde olacağını tahmin etmek zor değil.
Olağanüstü bir gelişme olmazsa, inovasyon, gelişme, ilerleme, büyüme, Ar-Ge gibi maddeye hükmetmemizi ve ona karşı zafer kazanmamızı ifade eden eylemlerimizin hız kesmeden devam edeceğini rahatlıkla ifade edebiliriz. Evet, bunlar, özçekimimizde, ekrana yansıyan detaylar. Yani maddeye karşı parlak bir zafer, diğer canlı türlerine karşı tartışmasız bir üstünlük...”
Ancak, on yıl önce yapılan bu değerlendirmeler sonrası gelişmelerden insanlık adına ortaya çıkan sonucu, yapay zekâlı yaşamda insanın yalnızlaşacağı olarak ifade edebiliriz. Bu değerlendirmelerimizi destekleyen iki gazete haberine on yıl önceki yazımda yer verdiğimi görüyorum. Söz konusu iki gazete haberini aşağıda tekrar paylaşıyorum.
“Stephen Hawking’in basına yansıyan bir demecinde, ünlü uzay fizikçisine göre, robotlaşmadaki ilerleme, insanoğlunun geleceğini tehlikeye sokacak. Çünkü robotlaşmadaki gelişme, insanoğlundaki gelişmeden hızlı olduğu için, insanoğlunun kendi eliyle yarattığı bu makineler, kendi için zararlı olmaya başlayacak. Hawking, bunu düşünürken, bu tehlikeyi nasıl bir senaryoya oturttu acaba? Sadece bilim kurgu filmlerinde karşımıza çıkan, dev robotların yaşam alanlarımızı işgal edeceği, güçlü bir ihtimal mi yoksa? Böyle bir tehlike ortaya çıkarsa, filmlerde bizi kurtarmaları için yarattığımız Örümcek Adam, Süper Man gibi kahramanlarımız yanı başımızda belirecek mi? Ne dersiniz? Kendi ürünümüz olan bu makineler, atmosferi deldiğimiz, ırmakları kuruttuğumuz, bizimle ortak yaşam alanlarını paylaşan türleri yok ettiğimiz gibi bizi tehdit edecek mi?
Diğer bir habere göre, Hollandalı girişimci Bas Lansdorp tarafından geliştirilen “Mars One” projesi, en geç 2025'e kadar Mars'ta kalıcı bir insan kolonisi kurmayı hedefliyor. 2025 yılında, yani sadece 10 sene sonra Mars’ta bir koloni kurmak için çalışmalara başlanmış, uzaya gönderilecek insanlar ilk elemeden geçirilmiş. Düşünün, plan sorunsuz ilerlerse, şu an aramızda yaşayan birileri, bizden çok uzaklara, bir daha gelmemek üzere Mars’a gidecek.
Uzayda koloni kurma, bir macera mı yoksa bir mecburiyet mi? Seçilenler, bir gün vedalaşarak, uzun bir süredir “yaşam var mı?” dediğimiz başka bir gezegene gitmek için uzay aracına binecek. Şansları yaver giderse Mars’a yerleşecekler.
Birkaç asır önce, okyanuslar aşmak için bilinemez yolculuklara çıkanların torunları, türüne nice üstünlükler sağlayan sahayı terk edecek. Başka bir yaşam alanı bulmaya çalışacak.”
Yukarıda yer alan ifadeler on yıl öncesinde 2014 yılında kaleme aldığım yazımdan alıntılar…
Bugün 2025 yılının ilk ayındayız… İletişim teknolojilerinin yanı sıra biyoteknoloji, nanoteknoloji ve yapay zekânın damgasını vuracağı dönüşümün başındayız. Başındayız ama geçen her yıl hatta her güne teknolojinin nasıl damga vuracağını yaşayarak göreceğiz.
Nasıl Bir Gelecek İstiyoruz?
Nasıl bir gelecek istiyoruz sorusunun
yanıtını on yıl önce bu başlığın altında yaptığım değerlendirmeler çerçevesinde
irdeleyecek olursak;
“Uzay gemisine binenlerin Mars’a ineceğini, şanslarının yolunda gideceğini varsayalım. 2025’in mevcut bilgi ve teknolojik birikimi ile yeni bir yaşam kuranlar, ilk kazmayı yere vururken neyi planlayacaklar? Geldikleri yer kürenin geleneğini de beraberlerinde mi getirecekler? Yoksa yeni bir anlayış mı benimseyecekler?
Siz, bu koloninin bir üyesi olsanız, hatta karar alan kişi olsanız, nasıl bir gelecek inşa etmeye çalışırdınız?
İlk kazmayla, robotlaşmaya nokta koymak ister miydiniz? Yer kürede yarattığımız çevre tahribatının benzerini yeni evinizde de devam ettirir miydiniz? Kolonide yeni doğan çocukları, nasıl bir değer yargısı içinde yetiştirirdiniz?
Hiçbirimizin, bir sabah bakir bir gezegende, örneğin Mars’ta gözlerimizi açma şansımız şimdilik yok. Ancak, her sabah yaşadığımız yerküreyi, birlikte yaşadığımız kişileri etkileyecek kararlar alıyoruz. Yarattığımız robotlar ile insanlar arasında; kişisel tatminimizi ön planda tutmak ile doğanın bir parçası olduğumuzu kabul edeceğimiz bir denge arasında kararlar alıyoruz. Yerkürede yaşayan milyarlarca insan, bu kararlardan birini mutlaka alıyoruz.
Bu kararlar, bizim sadece bugünümüzü etkilemiyor. Yarınımızı da, yarın doğacak çocuklarımızı da, yarından sonra doğacak torunlarımızı da etkileyecek. Bu, bir bireyin yaşama karşı sahip olduğu gücü gösteriyor.
Bazen güçsüz hissetsek de, umutsuzluğa kapılsak da, yılsak da yerkürenin en güçlü türünün bir bireyiyiz. Bu gücümüzü, aldığımız kararlarla somutlaştırıyor, gücün yönünü bunlar belirliyor.
Hepimizin etki alanı farklı. Kimimiz bir firmayı, kimimiz bir grubu, kimimiz bir meslek ailesini, kimimiz bir devleti, kimimiz ise sadece kendimizi yönlendirebiliyoruz. Hepimizin ortak noktası ise gücümüz ne olursa olsun, aldığımız karar sonunda ortaya çıkan davranışın başkalarını da etkilemesi. Bu nedenle, geleceği etkileyecek olan, bu bireysel kararlardır.
Dünyanın bir yerinde, biri bir karar alacak ve ilk adımını atacak. Çoğunluğumuz bu adımı takip edeceğiz. Bu bir adım, yola dönüşecek. Yol uzayacak, hepimizi hayallerimize, umutlarımıza, planlarımıza götürecek.
Bundan öncesinde olduğu gibi, bundan sonrasını da aldığımız kararlar belirleyecek. Kararları da, nasıl bir gelecek istediğimiz şekillendirecek.”
On yıl önceki bu ifadeler güncelliğini korurken, bilgisayarlar ve robotlar insan olmanın anlamını ne kadar değiştirecek?
Bunun gibi pek çok soru kafamızın içinde dönüp dururken, bilim ve teknolojiye dayalı uygarlık, ne kadar ileri giderse gitsin, insana özgü mahremiyet, merhamet, vicdan, maneviyat, inanç, şefkat, hayal gücü, empati, sezgi, sevgi, mutluluk, elem, hüzün, coşku, arzu, ahlak, etik, saygı gibi erdemli özelliklerimizden ödün vermemek gerektiği düşüncesindeyim.
Bu yazıyı kaleme alırken, yıllar sonra bugün hangi kararların sonuçlarını yaşayacağımızı düşünerek, geleceğe daha bilinçli bir şekilde yön vermenin önemine bir kez daha vurgu yapmak istiyorum. Geleceği şekillendiren yalnızca teknolojik yenilikler değil, bu yenilikleri hangi amaçlarla kullandığımız ve bunları nasıl bir toplumsal yapı içinde değerlendirdiğimiz olacaktır.
Daha sürdürülebilir ve daha bilinçli bir dünya için, teknolojiyi insan değerlerine hizmet edecek şekilde kullanmayı seçmeliyiz. Şimdi, “Nasıl bir gelecek istiyoruz?” sorusuna vereceğimiz cevaplarla, gelecek yılların öyküsünü yazmaya başlama zamanı…
Geleceğe dair hayallerimiz için sadece umut beslemek, hayallerimizin gerçek olmasını beklemek yerine geleceği hissederek, kendimizi fark ederek, yeniden keşfederek, hareket etmemiz gerektiğine inanıyorum.
Zaman, aldığımız kararları gözden geçirme, gelecek için karar alma zamanı…
Ali Kamil UZUN
Türkiye İç Denetim Enstitüsü Kurucu ve Onursal Başkanı
Yorumlar