Yaş Aldıkça Gençleşebilmek...
Yeni yıl deyince benim için olmazsa olmazlardan biri
Saatli Maarif Takvimi’dir. Rahmetli babamda öğrendiğim bu alışkanlığı halen
devam ettiriyorum.
Yakın bir döneme kadar Saatli Maarif Takvimi birçok evde
kullanılırdı. Bu takvimin sayfaları, ilgili gün bittiğinde koparılır; sayfadaki
özlü sözler, o gün doğan kız veya erkek çocuklar için önerilen isimler, ilgili
günün tarihteki önemi, zemherin düşmesi, ayın durumu gibi doğa olayları dâhil birçok
bilgi bu sayfaların üzerinde yer alırdı. Bu bilgiler okunur, okunan takvim
yaprağı bir süre saklanırdı. Duvara ilk asıldığı gün kocaman bir kütle olan bu
takvim, yapraklarının gün aşırı koparılması sonucu yapraklar gün gelir biterdi.
Biter bitmesine ama bitmesine yakın alınan yenisi duvardaki yerini alırdı.
Tekrar yaprakları koparmaya başlanırdı. Yıllar böyle akıp geçti.
Bizim evimiz de bu takvimin duvara asıldığı evlerden
biriydi. Rahmetli babam her yeni yılda bu takvimi evin duvarına kendi elleriyle
asardı. Saatli Maarif Takvimi’nin benim için çocukluğumdan kalma nostaljik bir
değeri var. Ben de rahmetli babamdan kalan bu aile geleneğini ofisimde
sürdürüyor, masa üstümde bir Saatli Maarif Takvimi bulunduruyorum.
Kullandığımız zaman sistemine göre 2013 yılının, yani
aslında bir takvim koçanın daha sonunu hep birlikte gördük. Değişik ruh halleri içinde, bazen geçip
bitmek bilmeyen bazen de farkına varılmadan biten bu sene de diğer seneler gibi
eski tarihler içindeki yerini aldı.
Önce “geçen sene”, sonra “geçen seneler”, sonra da “taa…“
diye başlayan cümleler içinde kullanacağımız 2013 hepimizde farklı anılar
bırakarak geride kaldı. 2013 yerine 2014’e; onun “yeni” olması ışıltısına
kapıldık. Bilirsiniz, “yeni” heyecan getirir, umut verir. Çünkü yeni gelecek
zamanla ilgilidir, tıpkı hayallerin, planların, heyecanların gelecekle ilgili
olması gibi… Eşimiz, dostlarımız, arkadaşlarımızla yeni yıla gireceğimiz
anlarda “eski yılı geride bırakıp yeni yıla girdiğimiz…” cümlesini sık sık
duyarız. Aklımız, dikkatimiz, odağımız hep “yeni” olan yıldadır. Hiç kimsenin
bir takvim yılının ilk anlarında “geride” kalan yıla odaklandığını, geride kaldığı
için üzüldüğüne şahit olmadım. 31 Aralık günü, gecenin ilerleyen saatlerinde,
eski yılı geride bıraktığı için hüzünlenen kimseyle karşılaşmadım henüz.
Hepimiz için farklı, deyim yerindeyse “kişiye özel”, sahip
olduğumuz birikimlerimizin etkilediği farklı bir 2013’ümüz oldu. Bu
farklılıkların bir ucunda ölüm gibi büyük kayıplar, diğer ucunda yeni doğan
çocuklar, kısaca hayatınızın akışında iz bırakan hüzün veya mutluluk veren
heyecanlar yer alıyor. Bir ucu yok oluş, diğer ucu varoluş olan bu hatıralar
arasında bir yerlerde yer alıyoruz. Hepimizin bu iki uç arasında bir yeri var.
Şahsi zaman çizgimize farklı anıların yer aldığı bir yıl
işledik. Yeni yılın ilk gününde, sabah mahmurluğunu atlattıktan sonra koltuklarınıza
oturarak bir yeni yıl kahvesi içmenizi tavsiye ederim. Kahvenizi içerken geçen
seneyi şöyle bir film şeridi gibi gözünüzün önünden geçirin. Bu film bittikten
sonra zihinlerde yaşanılan ”anlar” ve “üretilenler” kalıyor. Güzel bir
senfoniden çıktıktan sonra dudaklarınızda kalan o güzel birkaç nota gibi,
kahvenizi bitirip koşuşturmaya başladıktan sonra aklınızda kalan o birkaç “an”
ve “ürün” oluyor.
Evet, bu yıl da bitti. Yeni bir yıl başladı. Yeni bir
yıl, yeni heyecanlar, planlar, programlar, hedefler demek. Bu yanıyla yeni bir
yıl yeni umutlar getirir. Her sene olduğu gibi yine kafamda yepyeni planlarım
var. Bir yaş daha aldım. “Yaş alma hazine sandığıma” bir 2013 eklemiş olmanın
heyecanıyla 2014’e daha bir umutla giriyorum.
Yılın bu zamanlarında, hayalindeki işe başvuran yeni
mezun bir üniversite öğrencisinin öz geçmiş hazırlarken gösterdiği dikkat ve
şevkle bir “öz gelecek” tasarlıyorum. Herkes öz geçmişten bahsederken ben kendime
“öz gelecek” hazırlıyorum. Neyi, nasıl, ne zaman yapacağımın bir düzeni olmalı
diye düşünüyorum. Bu nedenle de bir “öz gelecek” kurguluyorum.
İş hayatımda bir yönetici olarak mesai arkadaşlarımı,
sosyal çevremde dostlarımı ve özel yaşantımda ailemi yeni yıl vesilesi ile bir
araya getiririm. Bir yandan pastamızı keser, diğer yandan da gelecek yıldan
beklentilerimizi konuşuruz. Bu konuşma sonunda hepimiz birer “öz gelecek”
tasarımı yaparız.
Her yılbaşında “öz gelecek” tasarımıyla birlikte kendime
“yeni yıl mottoları” hazırlarım. Hem anı yaşama hem de üretme-değer katma
ikilisi arasında bir denge kurarak hazırladığım bu mottoları yakın çevremle
paylaşır, onlardan da benzer karşılıklar beklerim.
Peki ya siz? Örneğin sizin geçen seneki mottonuz neydi?
Yılın o ilk günlerinde şevkle sarıldığınız hedeflerinizden kaçını
gerçekleştirdiniz?
Bir sene daha bitti. Geçen sene de aynıydı, değil mi?
Yine hedeflerimiz, planlarımız vardı. Kimini yerine getirdik, kimini ıskaladık.
Hiç düşünmediğimiz birçok “şey” olumlu veya olumsuz yönleri ile bizi buldu. Bir
yerlerden bir rüzgâr esti ve yönümüzü değiştirdi. Şimdi oturup yeni yıl
planlarımızı yaparken, geçen sene programımıza aldığımız, planlarken bile bizi
heyecanlandıran hedeflerimizden gerçekleşmeyenler hakkında “neden” diye sorduk
mu hiç?
Birbirini takip eden yılların, sürekli böyle gideceğini
mi düşünüyoruz yoksa?
Bir gün gelecek ve arkamızda uzun bir ömür bıraktığımızı
anlayacağız. O an, neyi neden yapmadığımızı düşünüp hayıflanmak, o ani rüzgârlara
kızmak düşüncesi bile içimizi nasıl acıtıyor değil mi?
İnsan ömrü de ağaçların yaprakları gibidir. İlkbaharda
yeşerir, büyür, sonbaharda dökülmeye başlar. Bazen bir ağaçta sadece birkaç
yaprak kaldığını görürüm. Diğer tüm yapraklar dökülmüş, birkaç sararmış yaprak
tanesi, esen rüzgâra dayanarak küçücük saplarıyla ağaca sımsıkı tutunuyor. Nasıl
bir var olma gayreti… Ne yazık ki bir, bilemediniz iki ay sonra o yapraklar da
düşerek toprağa karışır. İnsan ömrü dediğimiz hikâye de böyledir aslında. Ne
kadar uzun süre kalırsak kalalım, tutunduğumuz bağlarımız ne kadar sağlam
olursa olsun gün gelecek, esen rüzgâra daha fazla dayanamayacağımız bir an
gelecek. O gün bu hayattan göçüp gitmemiz doğanın bir kanunu.
Yaprak döküldükten sonra toprağa karışarak birçok canlı
için bir besin olur. Doğanın bu devinimi içinde, bizim katkımız da doğaya
karışıp bir besin olmak mı sadece? Bence daha fazla olması gerekiyor.
Bizden geriye kalacak olan sadece toprağa kattığımız
mineraller olmamalı. Başka şeyler de kalmalı. Bu da sahip olduğumuz
değerlerimiz, kendi çevremizde tuttuğumuz, emek verdiğimiz kişiler, hayata
kattığımız değerdir. Kimimiz bunu bir kitap yazarak, kimimiz insanlığa faydası
olan bir buluşla, kimimiz bir kurum yaratarak sağlıyoruz.
Bilirsiniz, medyada sık sık insanın
ölümsüzlük peşinde olduğuna dair haberler çıkar. Bu istek, bir gün
gerçekleşecek mi? Cevabını bilmiyorum. Ama bana göre bu ölümsüzlük arkamızda
bıraktıklarımızdır. Gün gelip doğanın
kurallarına boyun eğmemiz gerektiğinde yaşarken farkında olmadığımız, birbiri
ardına gelen, yeni yıllarda ürettiklerimiz, yaşattıklarımız geride kalacak. Ölümsüzlüğü
onlar tadacak.
Yaşlılık, zamansal bir mefhum değil,
ruhi bir bunalım sorunudur. Bu sorun, umuda duyulan kuşku, mutluluğu kemiren
korkular ile başlayarak duvara asılan eleğin bezginliği ile hızlanır. Doğanın bir
kanunu olan sene alma, yaşlanmak hele hele ihtiyarlamak değildir. İnsanın yaşı,
eylemlerini, amaçlarını, cesaretini yalnız başına etkilemez. Yaşama bağlılık, yaşadığı
topluma değer katma istek ve gücü ile mümkün olan bireysel bir değerdir. Bu
değerin besini kendine ve topluma duyulan sevgidir. Bu sevginin dinamosu üretmektir.
Üretmek, özgüveni artırır. Özgüven
yaşama bağlar, heyecanları, umutları törpüler. Kısaca yaş almak yaşlanmak
değildir. Yaş aldıkça gençleşebilmek insanın elindedir.
Bizler, iş
dünyasının temsilcileri olarak, kurumlarımızda üreteceğimiz değerlerin gelecek
kuşaklara kalacağını unutmamalıyız. Ailemize ve dostluklarımıza gösterdiğimiz
dikkat ve özeni işimize; işimize verdiğimiz zamanı ailemize ve dostluklarımıza
vermeli, bu ikisi arasında sağlıklı bir denge tutturmalıyız.
2014’ün sizi gençleştiren, size en güzel “yenileri”
getiren, bu yeniler yanında elinizdekilerin değerini bilme farkındalığına sahip
olacağınız bir yıl olmasını diliyorum.
Bu duygu ve düşüncelerimi, bir dostumun bayramda bana
gönderdiği mesajında paylaştığı bir şiirin en güzel ifade edeceğini düşünerek yazımı bu şiirle
sonlandırmak istiyorum:
Yaşlandıkça Gençleşebilmek [1]
İnsan kendine olan güveni kadar genç,
Kuşkusu kadar yaşlı,
Cesareti kadar genç,
Korkuları kadar yaşlı,
Umudu kadar genç,
Bezginliği kadar yaşlıdır.
Hiç kimse fazla yaşamış olmakla yaşlanmaz.
İnsanları yaşlandıran, ideallerinin bitmesidir.
Kalbi sevdikçe, neşe duydukça, güzellikleri fark ettikçe, beyni yeni şeyler keşfettikçe, herkes gençtir.
İnsanlar yaşadıkça yaşlandıklarını sanırlar,
Halbuki yaşamadıkça yaşlanırlar.
İnsan yaşlı olmaya karar verdiği gün yaşlanır.
Kuşkusu kadar yaşlı,
Cesareti kadar genç,
Korkuları kadar yaşlı,
Umudu kadar genç,
Bezginliği kadar yaşlıdır.
Hiç kimse fazla yaşamış olmakla yaşlanmaz.
İnsanları yaşlandıran, ideallerinin bitmesidir.
Kalbi sevdikçe, neşe duydukça, güzellikleri fark ettikçe, beyni yeni şeyler keşfettikçe, herkes gençtir.
İnsanlar yaşadıkça yaşlandıklarını sanırlar,
Halbuki yaşamadıkça yaşlanırlar.
İnsan yaşlı olmaya karar verdiği gün yaşlanır.
Ali Kamil UZUN, CPA, CFE, MA, CRMA, CAC
Türkiye İç Denetim Enstitüsü Kurucu
Başkanı
[1] W. E.
Gladstone ve S. Ullman’ın şiirlerinden bölümler içeren “Yaşlandıkça
Gençleşebilmek” başlıklı metni
Yorumlar