İletişim Zekası…
Ekim ayında, Turkcell Diyalog Müzesi’ni ziyaret
ettim. 2016 yılından beri ziyaretçilerini ağırladığını öğrendiğim müzede
halihazırda Karanlıkta Diyalog ile Sessizlikte Diyalog deneyimsel sergileri
gezilebiliyor. İlerleyen dönemlerde Zamanda Diyalog deneyimsel sergisinin de
yer alacağı belirtiliyor.
Müzenin internet sitesini inceledim. Çok
farklı bir deneyim imkânı sunan müzenin, sosyal bir laboratuvar işlevi de görerek, engelli
bireyler için teknolojik ve inovatif araştırmaların yapıldığı ayrıca bu
araştırmalara destek veren ve destek üreten bir kuluçka merkezine de dönüşeceği
ifade ediliyor.
Müzenin bölümlerinden biri olan Karanlıkta Diyalog’da,
görme engelli bir rehber eşliğinde, İstanbul’u geziyorsunuz. Bu deneyimde,
sergi boyunca hiçbir şey göremiyorsunuz. Tamamen karanlık… İstanbul’da yaşayan
görme engelli bir bireyin yaşadıklarını tecrübe ediyorsunuz. İstanbul’u, ona özgü o sesleri, kokuları,
dokunarak, koklayarak ve duyarak hissediyorsunuz. Ancak göremiyorsunuz.
Bu
deneyimde, görme engelli bir bireyin bastonuyla, deyim yerindeyse yapay bir
organıyla dış dünyayla olan iletişimini sağlamaya çalışıyorsunuz. Gündelik
yaşamlarında görme engelli bireylerin bu yolla sahip olamadığı bir organından
kaynaklanan engeli nasıl aştığını, bu yoklukla nasıl baş ettiğini anlıyorsunuz.
İkinci sergi olan Sessizlikte Diyalog’da ise bu
sefer işitme engelli bir rehberle birlikte, tamamen sessiz bir ortamda sözsüz
iletişimi deneyimliyorsunuz. Yüz ifadelerinizi ve vücut dilinizi nasıl etkin
kullanabileceğinizi, işitme yetinizin olmaması durumunda iletişimi nasıl
kurabileceğiniz anlıyorsunuz. Gündelik
yaşamda, çevremde gördüğüm işitme engelli kişilerin
kendini ifade etmek, iletişim kurabilme için nasıl zorlandıklarını ve bu arada vücut
dili kullanmak noktasında bir tiyatro sanatçısı yetkinliği kazandıklarını düşününce
bu iletişimin gücünü takdir ediyorum.
Bu sıra dışı iki deneyimden sonra, görme ve işitme (ve
işitmeye bağlı olarak konuşma) gibi temel yaşamsal engeli olan kişilerin, diğer
organlarını ve farklı iletişim yetilerini nasıl daha etkin kullanarak bu
zorlukları fırsata dönüştürdüklerini anlama imkanım oldu. Ayrıca engelli
bireyleri daha iyi anlayarak, onlara karşı güçlü bir empati kurabilmenin
önemini de kavradım.
Herkesin kişisel olarak bu ve benzer duyguları
tatmasını tavsiye edeceğim bu sergiler, İstanbul’da Gayrettepe metro
istasyonunda yer alıyor.
Bu sergiyi gezdiğim günlerde, daha önceden de takip
ettiğim Ampute Milli Futbol Takımımız Avrupa Ampute Futbol Federasyonu’nun Avrupa
Şampiyonası'nda finale kaldı. Bu başarı ile bir anda ilgiyi üstüne çekerek
gündeme gelen bu sporcularımız daha sonra final maçında İngiltere'yi 2-1
yenerek, Avrupa şampiyonu oldu.
Bilindiği üzere Ampute futbolu, 2. Dünya Savaşı sonrasında, yaralanan
gazileri rehabilite etmek amacıyla başlamış bir spor dalı. Bu spor daha sonra yaygınlaştı.
Günümüzde genellikle her ülkenin resmi ampute takımları bulunuyor. Normal
futboldan farklı ölçekteki futbol statlarında, farklı kurallara bağlı olarak ve
7’şer kişilik takımlarla oynanan futbolda oynamak için oyuncuların bir
bacağının ampute olması, yani bir kısmının veya tümünün alınmış olması, kalecinin
de bir kolunun ampute olma şartı aranıyor.
Hem Turkcell Diyalog Müzesi hem de Ampute Futbol
Takımı’nın başarısı, engellerin aşılarak, gayret ve azimle farklı yaşamsal alternatif
becerilerin nasıl geliştirilebileceğini öğretmesi açısından önemli hayat
dersleri taşıyor.
Ampute Futbol Takımı sahip olduğu beden zekasıyla bir
organ eksikliğinden kaynaklanan engeli, görme ve işitme engelliler de
geliştirdikleri iletişim zekalarıyla hayati duyularından birinin eksikliğinden
kaynaklanan zorlukların üstesinden gelebiliyor.
Çalışma masamda oturup, profesyonel yaşamımı
değerlendirdiğimde, fiziki, bir engel olacak bir eksikliğimiz olmamasına rağmen,
çözebileceğimiz bazı sorunlar karşısında, bir engelimiz varmış gibi bocalayabildiğimizi,
kolumuzun kanadımızın kırıldığı durumlar olabileceğini düşündüm.
Karşımıza çıkan zorlukları kabul ederek pes mi
ediyoruz yoksa önceki satırlarımda yer alan örneklerde olduğu gibi onları aşmak
için farklı yetkinlikler mi geliştiriyoruz?
Örneğin, iletişim eksikliğinden ve yanlışlığından
dolayı yaşadığımız bir “anlaşılamama” engelini her zaman aşabiliyor muyuz?
Görme engelli bir birey, elindeki bastonu ve diğer duyularını daha fazla
kullanarak engelini aşabiliyor. Bu sorunları aşacak yetkinlikte bir iletişim
zekasına sahip oluyor. Peki, bizler aynı iletişim zekasını sahip olduğumuzu
gösterebilecek bir bastona sahip miyiz?
Veya işitme engelli bireyleri düşünelim. Çevremizde,
işitme engellilerin iletişim kurmak için beden dilini nasıl usta bir tiyatro
sanatçısı gibi kullandığını, normal günlük yaşamında, performansını sahneleyen
bir pandomim sanatçısı ustalığında beden dilini kullandığına mutlaka şahit olmuşsunuz.
Peki, bizler her gün, farklı ortamda ve ölçeklerde,
iletişim engellerini aşmak için hangi yetkinliklerimizi geliştirmeyi
başarıyoruz? Anlaşılamama, sesini duyuramama, iletişim kuramama sorunlarıyla
karşılaşan bizler, bu “engelleri” aşmak
için gerekli iletişim zekasına sahip miyiz?
Konuşmada kullandığımız sözcüklerin seçimi, bunu
ifade ederken ki vücut dilimiz, karşımızda gördüğümüz tepki karşısındaki
duruşumuz, davranışlarımız, empati yeteneğimiz hepsi iletişim zekamızın
yansımaları. Filozof Konfüçyus, “İnsanları geçimsiz yapan sevgisizliktir. /
Birbirine düşman eden iletişimsizliktir. / Güzellikten yana ne varsa yok eden
ilgisizliktir” diyor. İletişimin önündeki en büyük engeli kendimizde,
sevgisizliğimizde, ilgisizliğimizde görüyor.
Yazının başında verdiğim örnekte, birkaç saatliğine
engelli bir birey olarak deneyimlerimden ve bu deneyimin beni ne kadar
etkilediğinden bahsettim. Fark etmeden yanından geçip gittiğimiz, nobran
davranışlarımız karşısında ne hissettiklerini önemsemediğimiz engellilerin
dünyasında birkaç saat geçirmek bana hayatımın en önemli derslerinden birini
verdi.
Engelli dünyasına sevgisizliğimizi ve
ilgisizliğimizi fark etmekti önce beni düşündüren. Sonra iş dünyasının acımasız
rekabet koşullarını da ekleyince kocaman iletişim ağı içinde olan bizlerin
aslında ne kadar iletişimsizlik içinde olduğumuzu birbirimizi anlamaktan,
empati kurmaktan ne kadar çok kaçtığımızı, aslında engelin kendimiz olduğu
düşüncesiyle buldum kendimi.
Engelsiz
misiniz yoksa engel siz misiniz?
Teknolojinin tüm nimetlerinden yararlanan bir nesil
yetişiyor. Yeni çıkan her teknolojik gelişme karşısında ilgisiz durmak pek
mümkün değil. Bugün, yabancı dil bilmeme gibi somut bir nedenden kaynaklanan
iletişim engellerini de gelecekte google translate gibi uygulama ve
inovasyonlar ortadan kaldıracak Ampute futbolcuların kanedyenlerii, işitme
engellilerin vücut dilleri, görme engellilerin Braille alfabesi ve beyaz bastonları
iletişim engellerini ortadan kaldırıyor. Peki, hem profesyonel hayatta hem de
kişisel özel yaşamlarımızdaki iletişim engellerini nasıl aşacağız?
İletişim konusundaki en büyük engel kendimizsek, biz
kendimizi nasıl aşacağız? Tabii ki, sevgiyle ve ilgiyle aşacağız. Empatiyle
aşacağız. Dinlemek kadar karşımızdakini anlayacağız da… Saygı duyup güven de
vereceğiz. O güveni de iletişim zekamızı kullanarak kazanacağız.
Değerlerimiz
ortaklaşmamızı sağlıyor
İletişim zekası, sadece bedensel bir engelin
aşılması noktasında karşımıza çıkmıyor. Millet olarak tarihimizde bu konuda
birçok örnek bulabiliriz. Örneğin, Cumhuriyetimizin Kurucucu Mustafa Kemal
Atatürk’ün ölümsüz eseri Nutuk, gerek anlattığı olayların akıcılığı gerek konu
olan dönemin seçimi gerek verdiği mesajlar gerekse de eseri ithaf ettiği kesim
olan gençliğin seçilmesi açısından iletişim zekasına tarihi bir örnek olarak
verilebilir.
Yine Atatürk’ün özel isteği ile 1935 yılında Dil ve
Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin kurulmasını Türk diline verdiği önemin bir
göstergesi olarak da görmeliyiz. Bu fakülte, Ankara Üniversitesi’nin fakülte olarak
kurulan ilk akademik birimi olma özelliği taşıyor. Yine benzer bir yaklaşımla Türk Dil Kurumu, Türk Dili
Tetkik Cemiyeti adıyla 12 Temmuz 1932’de kuruluyor.
Gerek Nutuk gerek Dil ve
Tarih-Coğrafya Fakültesi ve Türk Dil Kurumu’nun kuruluşu, tarihimizde, iletişim
zekasının siyasi ve toplumsal alanda kullanımını gösteren örnekler olarak karşımıza
çıkıyor. Sadece birey ilişkilerinde iletişim zorlukları yaşamıyoruz. Bireyin
toplumla, bireyin kurumlarla, kurumların kurumlarla yaşadığı iletişim sorunlarından bahsetmek
mümkün.
Doğan Holding’in öncülüğünde başlatılan “Türkiye’nin
Ortak Değerleri-Müştereklerimizi Keşfedelim, Geleceğe Birlikte Yürüyelim”
projesi, toplumsal olarak görme, işitme veya başka bir organ kaybı olmadan
aşamadığımız iletişim sorunlarını gündeme getiren önemli bir çalışma oldu.
Bireysel veya grupsal farklılıklarımızı koruyarak,
müşterek ortak değerlerimiz etrafında kenetlenmeyi, farklılıklarımızı değil,
ortak değerlerimizi ön planda tutmamızı öneren bu projenin iletişim zekasının
başka bir örneği olduğunu düşünüyorum.
Bir birey olarak, hepimizin diğer bireylerden farklı
bakış açıları var. Bu farklı bakış açıları, hem bireyler arasında hem de
bireyler ile kurumlar veya toplumlar arasında ayrışmalara neden olabiliyor. Bu
farklılıklar yanında bizleri bir arada tutan değerlerimiz de bulunuyor. Bireysel
farklılıklarımız ayrışmamızı, değerlerimiz ortaklaşmamızı sağlıyor.
O halde hem kurumlarımızda hem özel yaşamlarımızda
hem de toplumda farklı kişisel özelliklerimizi koruyarak müşterek ortak
değerlerimizi ortaya çıkarmamız, onların etrafında bir araya gelmemiz, iletişim
engellerini ortadan kaldıran önemli bir iletişim stratejisi olacak.
Netice itibariyle, farklı kimliklerle kurduğumuz,
çeşitli ilişki ağlarımız bulunuyor. Bazen bir şirketin kurucu babası veya sadece
bir çalışanı, bazen bir hayat arkadaşı, bazen iyi bir dost, bazen sabahları
selamlaştığımız komşu, bazen de sadece vergisini ödeyen bir vatandaş rolümüz
var. Bir birey olarak, bu farklı rollere uyum sağlamamız, bizim gibi iletişim
kurduğumuz diğer kişilerle farklılıklarımızı koruyarak anlaşma yollarını
bulmamız gerekiyor. Bunları yapmamızda iletişimin hayati rolü olduğunuzu
düşünüyorum. Bu ilişkileri hedeflerimiz doğrultusunda kurarken, sahip olduğumuz
ortak değerlerin ortaya çıkarılması kurduğumuz iletişimi olumlu etkileyecek.
Bireysel olarak kuracağımız bu ilişkiler, kanaat
önderleri, kurucu babalar, liderler gibi stratejileri oluşturup onları
geliştiren kişiler tarafından sahiplenilerek bir kültür halini almalı. Örneğin bir aile şirketinin kurucu babası,
şirketin ayakta kalması için gerekli iletişim zekasının yeni kuşağa geçmesini
sağlayabilmeli. Aynı şekilde bir sivil toplum kurumunun kanaat önderi, kurum
etrafında kenetlenen kişilerin kurumun hedefleri doğrultusunda, uyum için
çalışmasını sağlayacak stratejileri oluşturarak, onları diğer gönüllülere
aktarabilmeli.
İnanıyorum ki, ailelerden şirketlere, sivil toplum
kurumlarından kamu kurumlarına toplumdaki bütün yapılarda, bireysel
farklılıkların zenginliğini koruyarak değerlerin ortaklaştırılması, ortak
hedefler etrafında bir araya gelinmesi, daha mutlu bireylerin, güçlü kurumların
ve gelişmiş toplumların oluşmasını sağlayacak. Bu kültürün oluşmasının olmazsa
olmazlarından biri de etkin bir iletişim zekasına sahip olmaktan geçiyor.
Ali Kamil UZUN, CPA, CFE, MA, CRMA, CAC
Türkiye İç Denetim Enstitüsü Kurucu Başkanı
Yorumlar